Cevap: İnsanın yaptığı şeylerden sorumlu olması, (onun) takibe-dilmesi, kontrol edilmesi ve hesaba çekilmesi için bir kanunun olmasını gerektirir. Hesap verme hukuku da bir ceza kanununa bağlı olmayı gerektirir. Ceza/yani amellerin karşılığı ya sevaptır veya günahtır. Bir iyilik yapıldığı ve vâcib olan şey istenilen şekilde edâ edildiği zaman bunun karşılığı sevaptır/mükafattır. Yapılması istenilen şey ihmal edildiği veya kötülük yapıldığı ya da kusur işlendiği zaman bunun karşılığı da cezadır. Sevabın dereceleri olduğu gibi günah ve cezanın da derece ve çeşitleri vardır.
Kur'an-ı Kerim "Allah her şahsı ancak gücünün yettiği şeylerle mükellef kılar. Herkesin kazandığı hayır kendine, yapacağı şer de kendinedir" derken önce sorumluluk ve hesap kanununu, sonra da sevap ve ceza kanununu belirlemektedir.
Bu âyet-i kerime kişiye yüklenecek yükümlülüğün o kişinin gücüyle sınırlı olması gerektiğine işaret etmektedir. Çünkü güç yetirile-meyecek şeylerin teklifi aklın, adaletli ve insaflı bir kanunun kabul edeceği bir şey değildir. Bu âyet-i kerime ayrıca bir eylemin karşılığının o eylemin cinsinden olacağına da işaret etmektedir. Bir insanın eylemi iyi ve güzel olduğu zaman onun kazanç hanesine kaydedilir, kötü ve bozuk olduğu zaman da zarar hanesine kaydedilir.
Kur'an-ı Kerim "Kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir" (Fussilet/46) derken de bu anlama vurgu yapmaktadır.
Allah'ın yüce ve hikmetli kitabı bunun yanında, az veya çok, büyük veya küçük, kötülük veya iyilik olsun bir eylemin karşılığının eksik veya noksan olmayacağım, bilakis karşılığın verilen eyleme tam olarak mutabık olacağım belirtmektedir. Şu âyet-i kerime bunu ifade
etmektedir:
Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür, kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür. (Zilzal/7-8)
Kur'an-ı Kerim getirdiği ceza kanununun değişmez, sürekli, âdil, doğru ve iyiliğe iyilikle, kötülüğe kötülükle karşılık veren bir kanun olduğunu akıl ve gönüllere iyice yerleştirdikten sonra, onların güzel bir sevaba nail olmaları ve kötü bir ceza ile karşılaşmamaları için güzel eylemlere yönelmelerini teşvik eder. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
İman edip de güzel davranışlarda bulunanlar bilmelidirler ki biz, güzel işler yapanların ecrini zayi etmeyiz. (Kehf/30)
Allah Teâlâ söz söyleyenlerin en doğru sözlüsü, adil olanların en âdili ve vefakârların en vefâlısıdır:
Verdiği sözü Allah'tan daha çok tutan kim vardır? (Tevbe/111)
Bu ayet-i kerimede insan, hikmet ve rahmet sahibi bu ilâhın çağrısına icabete teşvik edilmektedir.
Bir ceza kanunu ancak içerisinde haksızlık ve zulme yer vermediği, iyi bir şey yapan kimseye az dahi olsa bir meşakkat, bir sıkıntı ve zorluk yüklemediği zaman adaletli ve erdemli bir ceza kanunu olur. Bunun için Hak Teâlâ şöyle buyurur:
Her kim, mü'min olarak iyi olanjşlerden yaparsa, artık o, ne zulümden ne de hakkının çiğnenmesinden korkar. (Tâhâ/112)
Bir ameldeki niyet güzel oldukça ve bu amelin icrasında ihlas ve samimiyet bulundukça sevabı da o derece büyük olur. İhlasla bu eylemi gerçekleştiren kişinin en hayırlı yardımcısı da Allah Teâlâ'dır. işte Hz. Musa'yı (a.s) Şuayb'ın (a.s) kızlarına iyilik yapmaya ve yardım etmeye bu ihlas sevkediyor ve sonuçta güzel bir mükafata nail oluyor. Bu mükafat kızlardan birisinin güzel bir övgüsüyle başlıyor ve onunla evlilikle noktalanıyor. Bu konuda Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
Bunun üzerine Musa, onlann yerine (davarlarını) sulayıverdi. Sonra gölgeye çekildi ve: "Rabbim! Doğrusu bana indireceğin her hayra (lütfuna) muhtacım" dedi. O sırada o iki kızdan biri utana utana yürüyerek ona geldi: "Babam, bizim yerimize hayvanları sulamanın karşılığım ödemek için seni çağırıyor" dedi. Musa, ona gelince başından geçeni anlattı. O: "Korkma, artık o zâlim millet-
ten kurtuldun" dedi. Şuayb'ın iki kızından biri: "Babacığım! Onu ücretle tut. Çünkü ücretle tuttuklarının en iyisi (bu) güçlü ve güvenilir adamdır" dedi. Şuayb dedi ki: "Bana sekiz yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum. Eğer on yıla tamamlarsan artık o senden bir lütuf olur. Ama sana ağırlık vermek istemem. İnşaallah beni iyi kimselerden biri olarak göreceksin." (Kasas/24-27)
Şuayb'ın (a.s) kızının: "Ücretle tuttuklarının en iyisi güçlü ve güvenilir olandır" derken zikrettiği bu veciz/özlü ve anlamlı işarete çok iyi dikkat etmeliyiz. Çünkü bu iki özelliğin, bol sevabı hak edecek sa-lih amel işleyen kişide yeterince bulunması gerekir. Bu iki özellik kuvvet ve güvenilirliktir. Kuvvetin anlamı bir işin en güzel şekilde yapılması için gerekli olan güç demektir. Emanet/güvenirlilik ise insanın sorumluluğuna verilen her şeyin bir süreklilik içerisinde korunmasıdır.
Kur'an-ı Kerim şöyle Duyurulmaktadır:
De ki: "Yapacağınızı yapın! Amelinizi Allah da Rasûlü de, mü'minler de görecektir." (Tevbe/105)
Hadis-i şerifte şöyle buyururun
Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz.
Kişinin bir işi bir veya iki defa güzel şekilde yapıp sonra tembelleşmesi ya da ara vermesi önemli değildir. Önemli olan, az da olsa kişinin o işi devamlı yapmasıdır. Çünkü mutedil ve sürekli olan bir iş, çok ve kesintili olan bir işten daha hayırlıdır. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır:
Allah'ın en sevdiği amel, az da olsa devamlı olandır. Bir diğer hadiste Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurur:
. Yapacağınızı yapınız, doğruluktan ayrılmayınız ve dengeli olunuz. Her şey, ne için yaratılmışsa ona kolayca ulaşır.
Hz. Peygamber'in işçiyi, emeğinin karşılığı olan ücretini aldığı müddetçe ihanet veya hırsızlık yaparak ücretinin dışında başka bir şe-
ye elini uzatmaktan sakındırdığını görüyoruz. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır:
Biz kimi bir işe görevlendirmiş de ona ücretini vermişsek, artık onun başka bir şey alması bir ihanettir, hırsızlıktır.
Yüce Kur'an, sâlih amel işleyen bir insanın güzel amelinin karşılığını/sevabını gördüğü zamanki sevincini ve günahkârların da kendilerini kuşatan kötü amellerini görüp onlardan kaçmak istediklerinde duydukları hüsran ve üzüntüyü şöyle tasvir eder:
Herkesin iyilik olarak yaptıklarını da, kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulduğu günde (insan) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah kendisine karşı gelmekten sizi sakındırıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir. (Âl-i İmran/30)
Bazı işçiler insanların gözünü boyar ve yaptıkları işe şeklen parlak bir görünüm verirler. Gerçekte kusurlu ve bozuk bir iş yaptıkları halde işten anlamayanlarda sağlam ve düzgün bir iş yaptıkları intibaını bırakırlar. Şüphesiz bu bir hile ve aldatmadır. Hz. Peygamber (s.a) şu hadis-i şerifte benzen kişileri tehdit etmektedir:
Bizi aldatan bizden değildir.
Bu, insanlara ait herhangi bir işi üstlenen kişinin üzerinde uzun uzun düşünmesi ve ibret alması gereken caydırıcı bir tehdittir.
Sonra din bize faziletli bir toplumun alameti olan sorumluluk duygusunu öğretir. Ceza kanunu bu sorumlulukların neler olduğunu tayin eder, açıklar, çalışanlar arasındaki rekabet ve yarışı teşvik eder, adalet ve insafın gerçekleşmesine yardım eder. Bu cezanın/karşılığın ince ve doğru bir hesaba dayanması sonunda da bir sevap/mükafat ve cezanın belirlenmesi gerekir.
Din bize, iş yapan kişinin o işin kendi elinde bir emanet olduğunu, Allah'ın uyumadığını, onun görevinin, iyi niyet ve tam bir samimiyet içerisinde işini en güzel ve sağlam bir şekilde yapmak, üzerinde anlaştıkları süre içinde teslim etmek, aldatma, hile ve ihmalden sakınmak olduğunu daima hatırında bulundurması gerektiğini öğretir.
Din bize, işverenin de işçisine karşı adaletli ve insaflı olması, güç ve takatinin üstünde bir iş yüklememesi ve ücretini geciktirip savsaklamadan vermesi gerektiğini öğretir. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurur:
İşçinin ücretini teri kurumadan veriniz. Yüce Allah da şöyle buyurmaktadır:
De ki: "Yapacağınızı yapın! Amelinizi Allah da Rasûlü de, mü'minler de görecektir. Sonra gaybı ve şehadeti bilen Allah'a döndürüleceksiniz de O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir." (Tevbe/105)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.