Cevap: Sosyal adalet tabiri, belki de İslâm'ın, insanlararası kardeşlikten, yardımlaşma ruhunun yayılmasından, aralarındaki büyük farklılıkların giderilmesinden ve önlerine dengeli ve eşit fırsatların sunulmasından kastettiği şeyi ifade etmek üzere kullanılan en doğru tabirdir. İslâm'ın bu erdemli sosyal adaleti gerçekleştirmek için en güzel alt yapıyı hazırladığını ve derece derece, aşama aşama bunu gerçekleş-
tirdiğini unutmamamız gerekir. İslâm, müslümanları vermeye ve iyilik yollarında harcama yapmaya teşvikle işe başlar. Bu konuda çok sayıda ayet ve hadis bulunmaktadır. İslâm zekatı farz kılmış ve onu temel esaslarından biri olarak kabul etmiştir. Kur'an-ı Kerim bu konuda şöyle buyurmaktadır:
Mallarında isteyene ve isteyemediği için mahrum kalmışa belli bir hak tanıyanlar... (Meâric/24-25)
Sonra hicret olayı gerçekleşti. Müslümanlar Mekke'den Medine'ye intikal ettiler. İslâm toplumu belli başlı iki temel unsur üzerinde yükselmeye başladı. Birinci unsur, yurtlarından, evlerinden barklarından çıkmaya zorlanan Muhacirler, diğer unsur ise kendi evlerinde, barklarında ve akarlarında oturan Ensar'dır.
Hz. Peygamber (s.a) mal mülk sahibi Ensar ile, hiçbir şeye sahip olmayan Muhacirler arasında bir çeşit denge ve yardımlaşma düzeni kurmayı amaçladı. Bu dengeyi de şu ayetler gereğince, Muhacirler ile Ensar arasında kurduğu iman kardeşliği temeli üzerine inşa etti:
Mü'minler ancak kardeştir. (Hucurat/10)
O'nun nimeti sayesinde kardeşler haline geldiniz. (Âl-i İm-ran/103)
Şüphesiz bu insanlar bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir, ben de sizin rabbinizim. Öyleyse benden sakının. (Mü'minun/53)
Peygamber (s.a) Muhacirler ile Ensar arasında bir kardeşlik kurdu. Bu kardeşlerden her biri diğeriyle yardımlaştı, birbirlerinin sıkıntı ve sevinçlerini paylaştı. Bunlardan birisi öldüğü zaman sanki ana-ba-ba bir kardeş gibi diğeri ona mirasçı oluyordu. Ensar bu yeni sosyal şekillenmeyi, üzerine yüklenmiş ağır bir yük olarak algılamadı, bilakis gönülden bu duruma razı oldular, en yüce ve soylu duygularla şefkat ve sevecenlikle bu durumu kabullendiler. Muhacirler de bu fırsatı isti-mar etmediler. Bilakis Ensar kardeşlerinin onların sıkıntılarına ortak olmalarını yeterli gördüler ve hemen çalışıp para kazanmaya koyuldular. Hatta pek çokları mal ve servetçe Ensar kardeşiyle eşit seviyeye gelirken, bazı Muhacirler servet yönünden Ensarı da geçtiler.
Rasûlullah (s.a) bu kardeşlik sorumluluğunun özellikle mirasla ilgili konularda muvakkat ve belli bir süreyle sınırlı olduğunu biliyordu. Allah Teâlâ'nm: "Allah'ın kitabına göre yakın akrabalar birbirlerine vâris olmaya daha uygundurlar" (Enfal/75) âyeti inince miras da soy akrabalığına geri dönmüş oldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) sınıf-lararası dengesizliği gidermek ve onlar arasında dengeyi gerçekleştirmek için daha cazip bir fırsat kollamaya başladı. Allah Teâlâ Beni Nadir savaşında bazı ganimetler nasib etti. Bu ganimetler savaş olmaksızın gelmişti. Hz. Peygamber bu ganimetleri Muhacirlere dağıttı. Çünkü onlar bir şeye mâlik değillerdi. Fakir ve yardıma muhtaç iki Ensarî hariç, bu feyden Ensara hiçbir şey vermedi. Çünkü onların evleri ve arazileri vardı.
Bu ganimetlerin sadece Muhacirlere dağıtılmasıyla onların da maddi ve ekonomik seviyeleri Ensar kardeşlerinin seviyesine yaklaştı. Kardeşlik, sevgi, karşılıklı yardımlaşma ve vargücüyle çalışma esasları üzerine kumlan yeni bir toplum inşa etmek üzere mücadeleci ve çalışkan bir hayatın içerisine atıldılar.
Allah'ın verdiği renge uyun. Rengi Allah'mkinden daha güzel olan kim vardır? "Biz O'na kulluk edenlerdeniz" deyin! (Bakara/138)
Bu, Allah'ın bir lütfudur. Bilen olarak Allah yeter
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.