SÜHEYL İBN AMR
Tuleka'cJan [1] şühedaya...
Bedir savaşında bir esir, müslümanların eline düştüğünde, Ömer
İbnu'l-Hattab Resûlüllah'a (s.a.v.) yaklaşıp:
Ya Resûlellah! Bırak, Süheyl İbn Amr'ın ön dişlerinden ikisini sökeyim de, bir daha senin karşına dikilen bir hatip olamasın...» dedi.
Yüce peygamber [s.a.v.) ona şöyle cevap verdi:
«— Hayır, ya Ömer!
Ben hiç kimsenin vücudunu ayıplı hale getiremem. Peygamber de (s.a.v.) olsam, Allah beni aynı hale getiriverir!.»
Resûlüllah (s.a.v.) sözüne şunu da ilâve etti:
«— Ömer!
Umulur ki Süheyl, yarın seni memnun edecek bir duruma gelir!.
Günler geçti...
Peygamber'in (s.a.v.) verdiği haber doğru çıktı..,
Kureyş'in en büyük hatibi Süheyl İbn Amr İslâm hatipleri arasında büyük bir hatip haline geldi...
İnatçı müşrik, Allah korkusuyla ağlamaktan gözleri görmez hale gelen tövbekar bir mü'mine dönüştü!...
Kureyş'in önemli liderlerinden ve ordu komutanlarından olan birisi Allah yolunda savaşan iyi bir savaşçıya, belki Allah, geçmiş günâhlarını bağışlar diye, ölünceye kadar cihanda devam etmek üzere, kendi kendine söz veren bir savaşçıya dönüştü!,..
Bu inatçı müşrikle muttaki ve sehîd mü'min kimdi acaba?.
İşte bu Süheyl İbn Amr'dı...
O, Kureyş'in ileri gelenlerinden hakimlerinden (hikmet sahibi), akıl ve görüş sahiplerinden birisiydi...
Kureyş'in Hudeybiye yılında Peygamber'i (s.a.v.) Mekke'ye girmekten vazgeçmeye ikna.etmesi için görevlendirdiği kimse de o idi.
Hicretin 6. yılının sonlarında Resûlüllah (s.a.v.) ashabıyla birlikte Ka'be'yi ziyaret etmek —savaşmak niyetiyle değil herhangi bir savaşa hazırlanmaksızın bir umre yapmak için Mekke'ye doğru yola çıktılar...
Kureyş onların Mekke'ye doğru hareket ettiklerini öğrenince yollarını kesmek ve yönlerini değiştirmek için yola çıktı...
Durum gerginleşti, sinirler bozuldu... Peygamber {s.a.v.) ashabına:
«— Kureyş bugün beni sıla-i rahim (akrabaya ilgi göstermek) istedikleri bir plânı uygulamaya çağırmıyor ki, ben onlara bu imkânı verebileyim...» dedi.
Kureyş elçi ve delegelerini Peygamber'e (s.a.v.) gönderiyorlar, Peygamber (s.a.v.) de onlara savaş için gelmediğini, sadece Ka'be'yi ziyarete geldiğini söylüyordu...
Delegelerden birisi Kureyş'e dönüyor, ama arkasından daha inatçı ve ikna gücü daha fazla birisini gönderiyorlardı. Nihayet Urve İbn Mes'ûd es-Sekafîyi seçtiler. Urve onların en güçlüsü ve en akıl f ısıydı... Kureyş, Urve'nin Peygamber'i (s.a.v.) geri dönmeye ikna edebileceğini zannediyordu.
Fakat o da hemen dönüp onlara şunu söylüyordu.
«— Ey Kureyş topluluğu!
Ben Kisra'mn, Kayser'in ve Necâşî'nin saraylarına gittim...
Ben nice hükümdarlar gördüm. Muhammed'e (s.a.v.) ashabının hürmet ettiği gibi, milleti tarafından hürmet edilen hiçbir hükümdar görmedim. Ben onun etrafında Muhammed'î (s.a.v.) asla teslim etmeyecek bir topluluk gördüm...
Bu konuda düşünseniz iyi olur!...»
O zaman Kureyş, çabalarının fayda vermediğine kanaat getirip durumu karşılıklı olarak görüşmeye ve anlaşma yapmaya karar verdi. Bu önemli mesele için en uygun liderlerinden birini seçti. Bu Süheyl İbn Amr'dı...
Müslümanlar, Süheyl'in geldiğini görüp onu tanıdılar. En sonunda Süheyl'i gönderdiklerine göre, Kureyş'in anlaşma ve barış yolunu tercih ettiğini anladılar...
Süheyl Resûlüllah'ın (s.a.v.) önüne oturdu. Barışla son bulan uzun bir konuşma cereyan etti...
Süheyl Kureyş lehine çok şey kazanmaya çalıştı... Bu konuda ona, Resûfüllah'ın (s.a.v.) karşılıklı görüşme ve barışı sağlayan asîl ve şerefli toleransı yardımcı oldu...
Günler geçip gitti.,. Nihayet hicretin sekizinci senesi geldi... Kureyş Resûlüllah'la (s.a.v.) olan anlaşmasını bozduktan sonra Peygamber (s.a.v.) ve müslümanlar Mekke'yi fethetmek için çıktılar.
Muhacirler dün zorla çıkarıldıkları yurtlarına geri dönmüşlerdi...
Hem de onları Medine'de bağırlarına basan ve kendilerine tercih eden Ensar'la birlikte dönmüşlerdi...
Gökyüzünde muzaffer bayrakları dalgalanarak İslâm'ın tümü dönmüştü...
Mekke bütün kapılarını açmıştı... Müşrikler şaşkın şaşkın bekliyorlardı...
Daha önce, öldürmek, yakmak, işkence etmek ve aç bırakmak suretiyle müslümanlara her türlü zulmü reva gören kişiler olarak, onların sonlan acaba bugün nasıl olacaktı?!..
Merhametli Peygamber (s.a.v.) onları, bu küçük düşürücü duyguların baskısı altında uzun süre bırakamazdı.
Müsamahakâr ve yumuşak bir şekilde onların yüzlerine baktı. Merhametli sesinin tonundan şefkat ve yumuşaklık saçarak onlara:
«— Ey Kureyş topluluğu:
Benden ne umarsınız, size nasıl davranacağımı tahmin edersiniz?» dedi. .
Bunun üzerine dün İslâm'ın düşmanı olan Süheyl İbn Amr ilerledi ve cevap verdi:
«— Hayır umarız, kerem sahibi kardeş ve kerem sahibi kardeş
oğlu!»
Allah'ın sevgilisinin dudaklarından nurdan bir gülümseme parladı ve onlara:
«— Gidiniz...
Siz tulekasımz [serbestsiniz)!...
Muzaffer Peygamber'in [s.a.v,) bu sözleri, duyguları canlı bir insanı itaat, utanma ve pişmanlıktan eritmemesi mümkün değildi...
Aynı anda, asalet ve yücelik doîu bu tavır Süheyl İbn Amr'ın bütün duygularını harekete geçirdi ve âlemlerin Rabbi Allah'a teslim oldu.
Onun o andaki ınüslümanhği kadere teslim olan yenik bir adamın müslümanlığı değildi...
Aksine—'daha sonra geleceğinin onu açıklayacağı gibi Muham-med'in (s.a.v.) büyüklüğünün ve onun prensiplerine uygun olarak, hareket ettiği, bayrağını ve sancağını müthiş bir sevgiyle taşıdığı dinin büyüklüğünün üstün gelip esir ettiği bir kişinin müslümanlığıydı!...
Mekke'nin fethi günü müslüman olanlara «Tuleka» adı verilmiştir. Yani Peygamber'in [s.a.v.) affının onları müşriklikten İslâm'a naklettiği kimselere bu ad verilmiştir. Çünkü Peygamber [s.a.v.) onlar hakkında şöyle demişti:
«— Gidiniz, siz Tulekasımz [serbestsiniz).»
Ancak bu Tuleka'dan bir grup sağlam ihlâslarıyla bu çizgiyi aşıp onları Peygamber'in ashabı arasındaki ilk saflara yerleştiren fedakârlık, ibâdet ve temizliğin en son noktasına çıktılar. İşte bunlardan bîri Süheyl İbn Amr'di...
İslâm onu yeniden işledi...
Allah'ın verdiği ilk özelliklerini parlattı ve onlara ilâvelerde'bulundu. Sonra onların hepsini hakkın, iyiliğin ve imanın hizmetine verdi...
Onu birkaç kelimeyle tarif ettiler:
«—- Cömert, namazı, orucu, sadakası, Kur'ân, okuması ve Allah korkusundan ağlaması çok olan!.»
İşte bunlar Süheyl'in yüce vasıflarıydı...
Onun daha önce değil de, Mekke'nin fethedildiği gün müslüman olmasına rağmen, müslümanlığında ve imanında bütün ruhunu saran bir derecede samimi olduğunu, bir âbid, zahid, Allah ve İslâm yolunda cihâd eden bir fedaiye dönüştüğünü görüyoruz...
Peygamber [s.a.v.) Rafîk-i A'lâ'ya kavuştuğunda, haber Mekke'ye ulaşır ulaşmaz —o gün Süheyl oradaydı— Medine'deki müsjümanla-rı saran karışıklık ve şaşkınlık oradaki müslümanları da sarmıştı.
Medine'nin şaşkınlığını Ebü Bekir (r.a.) hemen şu kesin sözleriyle dağıtmıştı:
«— Kim Muhammed'e (s.a.v.) tapıyorsa, şüphesiz Muhammed
[s.a.v.) ölmüştür.
Kim Allah'a tapıyorsa, şüphesiz Allah Hâyy'dır diridir. O, ölmez...»
Süheyl'in, Mekke'de, Hz. Ebû Bekir'in Medine'de takındığı tavrın aynısını aldığını görünce bizi bir hayret alacaktır.
Orada bütün müslümanSarı toplayıp etkili sözleriyle onları şaşırttı. Onlara diyordu ki: Muhammed [s.a.v.) Allah'ın gerçek elçisiydi. O emaneti yerine getirmeden ve risâleti tebliğ etmeden ölmemiştir. Mü'minlerin ona karşı vazifeleri onun yolunda yürümeleridir.
Süheyl bu tavrı, doğru sözleri ve sağlam hnanıyla, Peygamber'in (s.a.v.) vefat haberi gelince Mekke'deki bazı kimselerin imanını sökmek üzere olan fitne- ortadan kalktı.
O gün, daha önce Peygamber'in (s.a.v.) verdiği haber tam manâsıyla ortaya çıkmıştı.
Bedir'de esir olduğunda Süheyl'in ön dişlerinden ikisini sökmek için izin isteyen Ömer'e:
«— Bırak onu, belki o bir gün seni memnun edecek hale gelir...» demişti.
O gün, Süheyl'in Mekke'de takındığı tavır ve kalplerdeki imanı sağlamlaştıran güzel konuşması Medîne'deki müslümanlara ulaşınca, Ömer İbnu'l-Hattâb Resûlüllah'ın (s.a.v.) verdiği, haberi hatırladı ve uzun süre güldü. İşte şimdi, İslâm'ın, Ömer'in (r.a.) sökmek istediği Süheyl'in dişlerinden faydalandığı gün gelmişti!...
Süheyl, Mekke'nin fethedildiği gün müslüman olup imanın tadını alınca kendi kendine şu sözü verdi: _
"—Vallahi, müşriklerle birlikte yaptıklarımın aynısını müslüman-larla da yapacağım...-Müşriklerle birlikteyken yaptığım harcamaların aynısını müslümanlarla birlikteyken de yapacağım. Umulur.ki, bu durumum birbirini takip eder!...
O, müşriklerle birlikte uzun zaman putlarının önünde durmuştu...
Şimdi de mü'minlerle birlikte tek oian Allah'ın huzurunda saatlerce duruyordu.
Böylece namaz üstüne namaz kılıyordu.
Oruç üstüne oruç tutuyordu...
Ruhunu yücelten, Rabbînden gelen bütün ibadetlerden tam bir haz duyuyordu...
Dün İslâm'a karşı düşmanlık ve savaş yerlerinde müşriklerle birlikle böyle duruyordu.
O, şimdi, Allah'tan başkasına ibadet eden Acem'in ateşini Hakkın birlikleriyle söndüren ve orada ateşe tapan milletlerin sonlarını yakan, yine Hakk'm birlikleriyle Bizanslıların ve Acemlerin zulmünü sona erdiren keiimei tevhidi her yerde yayan yiğit bir asker olarak İslâm ordusundaki yerini alıyordu...
Öyleyse, müslüman ordularıyla birlikte, savaşlara katılmak üzere Suriye'ye gitti.
Yermûk müsiümanların katıldığı şiddetli ve.tehlikeli bir savaştı...
Süheyl İbn Amr sevinçten nerdeyse kanatlanıp uçacaktı. Günkü, o şiddetli günde cahiliye ve müşriktik hatalarını, kendileriyle sileceği şeyleri bizzat yapabilmek için bu fırsatı bulmuştu
O vatanını kendini unutturacak bir sevgiyle severdi...
Buna rağmen, Suriye'de müslümanlar galip geldikten sonra vatanına dönmek istemedi. Şöyle dedi:
«— Resûlüllah'in (s.a.v.) şöyle dediğini duydum: Sizden birinizin Allah yolunda bir saat durması, onun için ömrü boyunca amel etmesinden daha hayırlıdır».
Ben ölünceye kadar Allah rızası için sınırlarda bekçilik yapacağım. Mekke'ye asla dönmiyeceğim...»
Süheyl sözünü yerine getirdi...
Hayatının geri kalanını, göç zamanı gelinceye kadar sınır bekçi si oiarak geçirdi. Ruhu Allah'ın rahmetine hızla uçup gitti... [2]
[1] Tulekâ» kelimesinin açıklaması ilerdeki sayfalarda gelecektir. «Şühedâ» ise anlamına gelir
[2] Halil Muhammed Halil, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 2/93-98.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.