UBADE İBNU'S-SAMİT
Allah'ın Taraftarları Arasında Bir Nakib
İşte bu zât, Ensar'dan birisidir. Rasûlüllah (s.a.v.) o Ensar hakkında şöyle buyurmuştu:
«— Eğer Ensar bir vadiye veya bir mahalleye yönelseydi, ben de Ensar'ın vadisine ve mahallesine yönelirdim. Eğer hicret olmasaydı mutlaka Ensar'dan birisi olurdum...»
Ubâde ibnu's-Sâmit Ensar'dan olduktan sonra, Hz. Peygamber'in onların aile ve sülâlelerine nakîbler (başkanlar) tayin ettiği liderlerinden biriydi.
Müslüman olmak üzere Rasûlüllah'a (s.a.v.) biat etmek için —ki bu biat, birinci akabe biati diye meşhurdur— ilk Ensar heyeti Mekke'ye geldiğinde Ubade (r.a.) İslâm'a koşup biat etmek üzere sağ ellerini Rasûlüllah'a (s.a.v.) uzatan ve yardım etmek, müslüman olmak üzere onun sağ elini sıkan on İki mü'minden birisiydi...
Ertesi yılki hac mevsiminde, ikinci Akabe biati yapılıp 70 erkek ve kadından oluşan ikinci Ensar heyeti biat ettiğinde Ubâde yine heyetin liderlerinden ve Ensar'ın da nakîblerindendi...
Daha sonra olaylar devam eder... Fedakârlık ve cömertlik davranışları birbirini takip eder. Ubâde hiçbir olaydan geri kalmaz ve hiçbir fedakârlıkta cimrilik yapmaz...
Allah ve Rasûlü kendisini seçtikten sonra o, bu tercihin getirdiği bütün sorumlulukları en üstün şekilde yerine getirir...
Onun bütün dostluğu Allah içindir... Bütün itaati Allah içindir. Akrabalarıyla, müttefikleriyle ve düşmanlarıyla olan bütün alâkalarını ancak imanı şekillendirir ve bu imanın gerektirdiği ahlâkı şekillendirir...
Ubâde'nin ailesi, Medine'deki Benî Kaynuka yahudiferiyle yapılmış eski bir anlaşmaya bağlı îdi...
Peygamber ve ashabı Medine'ye hicret ettiğinde oradaki ya-hudiler barış yapmış görünürler. Ancak Bedir savaşıyla, Uhud savaşı arasındaki günlerde Medine yahudiieri tehditler savurmaya başladılar...
Yahudi kabilelerinden biri—Benî Kaynuka— müslümanlara karşı fitne ve kavga sebepleri uydurdular...
Ubâde; onların yaptıklarını görür görmez aralarındaki söz ve anlaşmayı;
«— Ben ancak Allah,ı, onun elçisini ve mü'minleri severim», diyerek bozdu.
Onun bu davranışını ve sevgisini selâmlamak üzere Kur'ân'in şu âyetleri indi:
«Kim, Allah'ı, Peygamberini ve inananları dost edinirse bilsin ki, şüphesiz Allah'tan yana olanlar üstün gelirler». (Mâide/56)
Ayet-i kerime Allah'tan yana olanların üstün olduğunu ilân etmiştir...
Allah'tan yana olanlar, hidâyet ve Hakk sancağını alarak Rasûlül-lah'ın (s.a.v.) yanında toplanan ve tarih boyunca, kendi devirlerinde Hâyy ve Kayyûm olan Allah'ın adını teblîğ etmek üzere Peygamberlerinin etrafında toplanan daha önceki mü'minlerin saflarıyla mübarek bir bağlantı meydana getiren kimselerdi...
Allah'tan yana olanlar —bu defa— Muhammed'in ashâbıyla yetinmeyecek aksine, Allah'a ve Peygamber'ine inanan her mü'mini saflarına katarak, Allah; yeryüzüne ve üzerindekilere varis oluncaya kadar gelecek nesil ve zamanlara uzanacaktı...
Böylece, onun davranışını selâmlamak, sevgi ve imanını yüceltmek üzere hakkında bu âyetin nâzii olduğu adam sadece Medine'deki Ensar nakîblerinden biri olmayacak, aksine yeryüzünün bütün bölgelerine yayılacak din nakîblerinden biri olacaktı...
Evet, Hazrec'ten biri sülâlenin nakîbi olan Ubade ıbn es-Samıt. islâm'ın öncülerinden biri; .di bir nesil değil, iki nesil değil, uç ne-değil, Allah'ın dileyeceği kadar nesiller, zamanlar ve sureler ^inde, yeryüzünün çoğu bölgelerinde bir bayrak gibi dalgalanacak mus-lüman önderlerden biri olmuştu!...
Bir gün o, Rasûİüllah'ı (s.a.v.) emîr ve valilerin sorumluluğundan bahsederken dinledi...
Yine onu, müslümanlar hakkında kusur eden ve görevlerine para karıştıranı (yani rüşvet alanı) bekleyen akıbetten sözederken dinlemişti. Bundan öyle bir sarsıldı ki, asla emir (başkan) olmamaya yemin etti...
Ve yeminini tuttu... Mü'minlerin emiri Ömer'in (r.a.) halifeliği sırasında Faruk, insanlara öğretmenlik yapmak ve onlara dinlerini öğretmek dışında, onun herhangi bir makama geçmesini kabul ettiremedi...
Evet... Ubâde'nin, kibir, otorite ve zenginlikle çepeçevre sarılmış, hatta dini ve akıbeti hakkında korktuğu tehlikelerle sarılmış 61-ğer işlerden kendini uzaklaştırmak için tercih ettiği yegâne iş buy-
Böylece üç kişinin üçüncüsü Şam'a gitmişti. Bu üç kişi; o, Muâz ibn-i Cebel ve Ebû'd-Derdâ idi. —Allah hepsinden razı olsun— Bunlar, gittikleri memleketleri, ilim, fıkıh ve nurla doldurmuşlardı...
Ubâde, bir süre, kadılık görevini üzerine aldığı Filistin'e gitti. O sırada Filistin'e halife adına Hz. Muâviye hükmediyordu...
Ubâde ibnu's-Sâmit, Şam'dayken gözünü hududun gerisine İslâm-' in ve halifeliğin merkezi Medîne-i Münevvere'ye çevirip oraya bakıyordu. Orada, o tipte başkası yaratılmamış birisi olan Ömer ibnu'l-Hattâb'ı görüyordu!...
Sonra gözünü, kaldığı yer olan Filistin'e çeviriyor, orada da Hz. Muâviye ibn-İ Ebî Süfyan'ı görüyordu...
Ubâde, hayatının en güzel, en büyük ve en verimli günlerini Ra-sûlüllah'la (s.a.v.) birlikte yaşayan ilk topluluktandı... O topluluk ki
mücâdele aşkıyla yanıp tutuşan, fedakârlık yapmakla meşhur olan, İslâm'ı korkarak değil, isteyerek kabul eden, canını ve malını Allah'a satan topluluktu...
Ubâde Muhammed'in bizzat elleriyle yetiştirdiği, kendi ruhundan, nurundan ve yüceliğinden onlara da verdiği topluluktandı...
Yaşayan kimseler arasında idarecinin en büyük misâli mevcut olunca, Ubâde'nin içi rahatlayıp kalbine güven doluyordu. İşte Medî-ne'de oturan bu yüce zât, Ömer ibnul'-Hattâb'dı...
Ubâde, Hz. Muâviye'nin yaptığı işleri bu ölçüyle ölçmeye başlayınca, ikisi arasındaki mesafe geniş olacaktı. Çarpışma kaçınılmaz olacaktı ve de oldu...
Ubâde (r.a.) şöyle der:
«— Allah'ın Rasûlü'ne, Allah için, kınayanın kınamasından korkmamaya biat ettik...»
Ubâde, biatında duranların en iyisi olmuştur... Böylece o, bütün otoritesiyle birlikte Hz. Muâviye'den asla korkmayacaktır, onun bütün hatalarını gözetleyecektir...
Filistin halkı o sırada garip bir şeye şahit oldu... Ubâde'nin Muâviye'ye yaptığı cesur çıkışmanın haberleri İslâm ülkelerinden birçoğuna ulaştı... Bu karşı gelme örnek ve yol gösterici oldu...
Hz. Muâviye hilmiyle (yumuşaklığıyla) meşhur olmasına rağmen Ubâde'nin tutum ve davranışlarına canı sıkıldı ve bunlarda, otoritesinin itibarı için doğrudan doğruya bir tehlike sezdi.
Ubâde, kendi yönünden, Muâviye'yle arasındaki mesafenin gittikçe açıldığını gördü ve Muâviye'ye:
— Vallahi, seninle aynı yerde asla oturamam» deyip Medîne'-ye gitmek üzere Filistin'den ayrıldı...
Mü'minlerin emîri Hz. Ömer, (r.a.) çok akıllı ve uzak görüşlüydü... O, zekâsına güvenip onu hesapsızca kullanan Muâviye benzeri valileri, müttakî, zâhid, öğüt verici ve ihîâslı bazı sahâbîierle kuşatmadan valilikte bırakmama konusunda çok titizdi. Böyle yapıyordu. Çünkü bu sahâbiler, tayin edilen valilerin hırs ve arzularını dizginliyorlar, o valilere ve halka Hz. Peygamber (s.a.v.)'in günlerini devamlı hatırlatıyorlardı...
Bu yüzden, Emîru'l-Mü'minîn, Medîne'ye dönen Ubâde ibnu's-Sâ-mit'i görür görmez:
«— Ubâde! Gelmene sebep nedir?» diye sordu. Ubâde Muâviye ile aralarında geçenleri anlatınca Hz. Ömer ona:
«—Yerine dön, içinde senin gibisi olmayan bir yeri Allah kahretsin!» dedi.
Daha sonra Hz. Ömer Muâviye'ye bir mektup yazdı. O mektı ŞU' cümle yer alıyordu:
«— Sen, Ubâde'ye emirlik yapmayacaksın!»
Evet... Ubâde kendinin emiriydi...
Ömerü'l-Fâruk, birisini böyle yüceltirse o elbette yüce olur.
Ubâde, imanında, vicdanının ve hayatının düzgünlüğünde büyük îdi...
Hicretin 34. yılında, Ensar'ın ve İslâm'ın nakîblerinden olan bu dürüst nakîb hayatta iyi bir hatıra bırakarak Filistin topraklarındaki Rfemls'de vefat etmiştir... [1]
[1] Hald Muhammed Halid, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/469-473.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.