Sorularla islamiyet-19->Cevap: Son zamanlarda ülkemizde (yani Mısır'da) duylan nidaların belki de en güzeli, îslâm şeriatının uygulanması için yapılan çağrılardır. Çünkü o, hak şeriattır, adaletin şeriatıdır, Allah'ın şeriatıdır. Allah Teâlâ kullarının menfaatim ve her iki dünyada da onları mutlu edecek şeyleri en iyi bilendir:
Allah'ın verdiği renge uyun; rengi Allah'ınkinden daha güzel olan kim vardır? "Biz O'na kulluk edenlerdeniz" deyin.
Belki de câhil ve Önyargılı kişilerin bu uygulamanın önündeki en büyük engel olarak gördükleri şey, İslâm'ı kabul etmeyen zımmile-rin/gayr-i müslimlerin durumlarının ne olacağına dair durmadan ortaya atılan ve zanna dayanan yapay sorulardır. Halbuki bu kişiler gerçeği bilmiş olsalardı İslâm şeriatinin uygulanmasının zımmiler için, bu şeriatın uygulanmadığı ve Allah'ın âyetlerinin dışına çıkıldığı bir hayattan daha hayırlı olacağını anlarlardı. Çünkü îslâm zımmilere karşı diğer bütün nizamlardan daha merhametlidir. O adalet, hoşgörü ve insaf dinidir. Bu konuda en ideal örneği vermiş ve en güzel prensipleri getirmiştir.
İslâm öncelikle bütün insanların tek bir kökten geldiklerini ve aralarında insani kardeşliğin bulunduğunu kabul eder. Kur'an-ı Kerim Nisa sûresinin başında şöyle buyurmaktadır:
Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden bir çok kadınlar ve erkekler meydana getiren rabbinize hürmetsizlikten sakının, kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir.
İslâm hiçbir zorlama olmaksızın inanç özgürlüğünü de kabul eder:
Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. (Bakara/256)
Cenab-ı Hak zorlamayı reddederek şöyle buyuruyor:
Sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın? (Yunus/99)
Cenab-ı Hak yine şöyle buyurur:
Dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin. (Kehf/29)
Zımmiler, müslümanlar arasında barış içinde kendi dillerini, ibadet şekillerini ve sembollerini muhafaza ederek barış içinde yaşamayı ve müslümanların kendilerini himaye etmeleri ve korumalarına karşılık cizye denilen bir vergiyi ödemeyi kabul eden yahudiler ve hnsti-yanlardır.
İslâm zımmilere karşı nasıl davranılacağı konusunda altın değerinde bir kural koymuştur, Hz. Peygamber bu kuralı şu şekilde formüle etmiştir:
Bizim lehimize olan şeyler zımmilerin de lehinedir, bizim aleyhimize olan şeyler zımmilerin de aleyhinedir. (Yani bizim sahip olduğumuz haklar ve sorumluluklara zımmiler de sahiptir.)
İslâm, adalet ve ihsanını çok geniş tutmuş, müslümanlarla zımmi olan ehl-i kitap arasında güzel bir ilişki kurulması için pek çok şeyi meşru kılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Bugün size temiz ve iyi şeyler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin yiyeceği size helâldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir. Mü'min kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir. Kim İslâmi hükümlere inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O, âhirette de ziyana uğrayanlardandır. (Maide/5)
Kur'an-ı Kerim, muhkem âyetlerinde dostluk ilişkisinin, müslümanlarla dinde kendilerine muhalif olanlar arasında bir esas olduğunu kabul eder. Bir saldın ve zulüm olmadığı müddetçe bu dostluk devam eder. Hatta İslâm, kendi müntesiplerini barışçı zımmilere iyilik yapmaya ve adaletli davranmaya teşvik eder. Kur'an bu konuda şöyle buyurur:
Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever. Allah, yalnızca sizinle din uğrunda savaşanları, sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanız için onlara yardım edenleri dost edinmenizi yasaklar. Kim onları velî edinirse işte zâlimler onlardır. (Mümtehine/8-9)
Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurur:
Kim bir muâhide/zımmiye zulmederse veya ona gücünün üstünde bir sorumluluk yüklerse ben ondan davacıyım.
Hz. Peygamber (s.a) başında bulunduğu İslâm toplumu ile Mısır Kıbtileri arasındaki ilişkiyi en yüksek seviyeye çıkarmış, Mısırlı Kıbti Mâriye ile evlenmiş, Kıbtilere iyilik yapılmasını tavsiye etmiş ve onlarla akraba olduklarını bildirmiştir.
İslâm, kendi müntesiplerini zımmilerle güzel bir diyalog kurmaya ve onlarla medenice tartışmaya yönlendirmiştir Kur'an bu konuda şöyle demektedir:
Onlarla en güzel şekilde tartış.
İslâm zımmilerden cizye denilen az miktar bir vergi alınmasını emrederken müslümanların üzerine daha çok ve daha geniş sorumluluklar yüklemiştir. Bununla beraber, kadınları, çocukları, miskinleri, din adamlarını ve özürlüleri cizyeden muaf tutmuştur. Kadınlardan, genç kızlardan, çocuklardan, fakirlerden, ihtiyarlardan, âmâ ve topaldan, din adamlarından ve akıl hastalarından cizye almamıştır. Hatta İslâm onlara fazlasıyla iyilik yapmış ve zımmilerden ihtiyar ve çalışmaktan aciz olanların ihtiyaçlarını karşılamayı üstlenmiştir. Mesela halife Ömer ibn Abdilaziz, Basra valisi Adiy ibn Erta'ya yazdığı mektupta şöyle demektedir:
Allah Teâlâ İslâm'ı kabul etmeyen, inatçılığı ve apaçık azgınlığı sebebiyle inkarı seçen kimselerden cizye alınmasını emretmiştir. Cizye vergisini onu kaldırabilecek kimselerin (sırtına) koy ve onları yeryüzünde istedikleri şekilde yaşamaları için serbest bırak. Çünkü bunda müslümanların yaşantıları ve düşmanlarına karşı kuvvetli olmaları için elverişli bir durum vardır.
Senden önceki zımmilerin durumuna bak, yaşlanan, kuvveti zayıflayan ve çalışamayacak durumda olanlara müslümanların hazinesinden ihtiyaçlarını karşılayacak kadar bir maaş bağla. Şayet müslümanlardan birisinin yaşlı, kuvvetten düşmüş ve çalışamayacak durumda bir kölesi varsa ölünceye ya da hürriyetine kavuşuncaya kadar onu doyurmakla mükelleftir. Bana ulaşan bilgilere göre mü'minlerin emiri Ömer ibn el-Hattab kapı kapı dolaşıp dilenen zımmi bir ihtiyara rastlamış ve şöyle söylemiş: "Şayet biz senin gençliğinde senden cizye almış da ihtiyarlığında seni ihmal etmişsek sana haksızlık ediyoruz demektir." Sonra Hz. Ömer bu ihtiyara hazineden ihtiyacını giderecek bir maaş bağlamıştı.
Cizye, İslâm'a girmedikleri için müslümanlar tarafından zımmi-lere verilen bir ceza değildir. ed-Davetü ile'Uİslâm isimli kitabın sahibi müsteşrik Sır Tomas Arnold da buna şahitlik etmektedir. O şöyle söylüyor:
Hrıstiyanlardan bu verginin yani cizyenin alınmasındaki gaye, bazı araştırmacıların iddia ettikleri gibi onları, İslâm'ı kabul etme-
melerine karşılık bir cezalandırma değildir. Onlar bu vergiyi devletin vatandaşı olmalarının ve müslümanlar tarafından himaye edilmelerinin bir karşılığı olarak öderler. Çünkü aralarındaki din farkı askeri hizmetlerde görev almalarına engeldir.
Hireliler, üzerinde anlaştıkları malı (yani cizyeyi) takdim ettikleri zaman bu cizyeyi kendilerinin müslümanlar veya başkalarının zulmüne karşı himaye edilmeleri şartıyla verdiklerini açıkça zikrettiler. Aynı şekilde Halid ibn el-Velid'in Hirelilere komşu bazı şehirlerin halkıyla yaptığı sözleşmede de şu hüküm tescil edildi:
Sizi himaye edersek cizye bizim hakkımızdır. Himaye edemezsek cizye de alınmayacaktır.
Hz. Ömer'in (r.a) halifeliği zamanında vukubulan şu hadiseden, müslümanların bu açık şarta ne ölçüde bağlı kaldıklarını anlamak mümkündür. Bizans imparatoru Herakliyus daha önce kendisine ait yerleri işgal eden müslüman kuvvetleri oralardan uzaklaştırmak için büyük bir ordu hazırladı. Ortaya çıkan yeni durumun bir sonucu olarak müslümanların bütün güçlerini etraflarını çepeçevre kuşatan bir savaş için yoğunlaştırmaları gerekiyordu.
Arabların komutam bu durumu öğrenince Şam bölgesindeki fethedilen bütün şehirlerin valilerine bir mektup yazarak bu şehirlerden topladıkları cizyeyi onlara geri iade etmelerini emretti. İnsanlara da şöyle yazmıştı:
Mallarınızı size geri veriyoruz. Çünkü bize ulaşan bilgilere göre üzerimize büyük bir ordu geliyor. Sizi himaye etmemizi bize şart koşmuştunuz. Artık sizi koruyacak gücümüz kalmadı. Bu sebeple sizden aldığımız cizyeyi iade ediyoruz. Biz sizin için o şartın üzerinde duruyoruz. Allah bize zafer nasib ederse aramızda yazıp kararlaştırdığımız önceki anlaşma yine geçerlidir.
Böylece devletin hazinesinden büyük bir meblağ çıkmış oldu. Hrıstiyanlar müslümanların liderleri için hayır ve bereket duasında bulundular ve şöyle dediler:
Allah sizi bizim başımıza tekrar göndersin ve Rumlara karşı size zafer nasibetsin. Şayet başımızda müslümanlar değil de Rumlar olsaydı hiçbir şeyi bize iade etmezlerdi ve elimizde kalan her şeyimizi de alırlardı.
İmam Ebu Yusuf Kitabu'l-Harac'ta. cizyenin miktarını şöyle açıklıyor:
Cizye sadece zımmilerin erkeklerinden alınır, kadın ve çocuklardan alınmaz. Hali vakti yerinde olanlardan 48 dirhem, orta hallilerden 24 dirhem, rençberlik, amelelik gibi işerde çalışan kimselerden 12 dirhem cizye alınır. Cizye onlardan her sene içinde (bir defa) alınır. Cizye mükellefleri hayvan ve emtia gibi bir mal getirirlerse kabul olunur. Ancak kıymeti hesap edilmek suretiyle alınır. Cizye karşılığı olarak ölü hayvan, domuz ve şarap alınmaz.
Bu demektir ki İslâm herkesin takati Ölçüsünde cizye talep eder, onun nakit veya eşya olarak verilmesini kabul eder. Hz. Ömer (r.a) şöyle der:
Kimin cizye ödemeye gücü yetmiyorsa onu hafifletin. Kim ödemekten aciz kalırsa ona yardım edin. Biz onlardan (gerekirse) bir iki sene (cizye) istemeyebiliriz.
İslâm devleti, zirâi mahsuller olgunlaşıp zımmilerin zorlanmadan cizyeyi ödeyebilmeleri için pek çok defa cizyenin tahsil zamanını erte-lemiştir. Ebu Ubeyde bu tecilin hikmetini şöyle izah eder: "Mahsulden alınacak cizyenin tecil edilişinin sebebi zımmilere karşı gösterilen bir nezakettir."
Hatta Halife Hz. Ömer, Tağlib Hrıstiyanlarının bunu cizye diye isimlendirilmeksizin ödemelerini dahi kabul etmiştir. Onların bu ödedikleri vergiyi sadaka/zekat diye isimlendirmelerini dahi kabul etmiştir. Bu sebeple tarihçiler onların şu sözünü rivayet ederler: Hz. Ömer, bir Hrıstiyan-Arab kabilesi olan Beni Tağlib'in sadakalarını beytü'l-male dahil etmeden kendi fakirlerine tahsis etmiştir.
Tarihi kaynaklarda şöyle anlatılır: Numan, Hz. Ömer'le konuşur
ve ona şöyle der: "Ey mü'minlerin emiri! Şüphesiz Beni Tağlib bir Arab kavmidir. Cizye vermek onların onuruna dokunuyor. Malları mülkleri bulunmayıp sadece hayvancılık ve rençberlikle uğraşırlar. Onlar aynı zamanda düşmana hudut bulunuyorlar. Onlarla kendi düşmanına yardım etme!" Bunu üzerine Hz. Ömer, verecekleri zekatın miktarını artırmaları şartıyla onlarla anlaşma yaptı.
Günümüzde o günkü şartların pek çoğunun değiştiğini söylemek mümkündür. Bütün vatandaşlar vatanı korumada ve vergi ödemede ortak bir sorumluluğa sahiptirler. Bu değişikliğin ışığında bu konunun pek çok yönünü halletmek mümkündür.
Sözün özü şudur: İslâm şeriatının uygulanması zımmiler için de bir güvencedir. Çünkü onun gölgesi altında zımmiler de adalet, hoşgörü, iyilik ve insaftan yeterince nasiplerini almış olacaklardır .
بسم الله الرحمان الرحيم
الحمد لله رب العالمين وحده لا شريك له و محمد رسول الله لا رسول و لا نبي بعده و الصلاة و السلام علي آله واهل بيته و اصحابه و امته اجمعين
Sitemizde yeralan çalışmalarımız;başta yüce kitabımız Kur'anı Kerim olmak üzere,temel İslami kaynakların anlaşılmasına yardımcı olmak üzere hazırlanmıştır.Bu çalışmalarda bizlerden ilgisini,yardım ve desteğini esirgemeyen kardeşlerimizden ve cümle müslümanlardan. Allah razı olsun.
- اعوذ بالله من الشيطان الرجيم
بسم الله الرحمان الرحيم
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً
Ya eyyuhallezine amenu ediullahe ve ediur resule ve ulil emri minküm, fe in tenaza'tum fi şey'in fe rudduhu ilallahi ver resuli in küntüm tü'minune billahi vel yevmil ahir. Zalike hayrun ve ahsenu te'vila.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.