Cevap: Sanıyorum böyle bir sorunun sorulma sebebi, fetva konusundaki cüretten kaynaklanıyor. Zira birtakım insanlar, Kitap ve Sünnetten bir delile dayanmaksızın ahkâm kesiyor, hiçbir sınır tanımıyorlar.
Selef-i sâlihîn fetva konusunda kılı kırk yarar, mümkün mertebe fetva vermekten kaçınırlardı. Elbette bu, onların yetersizliklerinden kaynaklanmıyordu. Onlar Allah korkusu içinde hareket ediyorlardı. Rivayetlere göre, Abdurrahman b. Ebi Leyla şöyle demiştir: "Ben tam yüz yirmi sahabiye yetiştim, onlardan birisine din konusunda bir şey sorulduğu zaman başkasının cevap vermesini isterdi."
İbn Abbas şöyle söylüyor: "Her sorulan soruya cevap veren kişi delidir."
Sahnun b. Said de şöyle demiştir: "Fetvaya karşı cesur olan kişinin ilmi azdır".
Son zamanlarda fetva verenlerin çoğaldığını görüyoruz. Bu işi yapanların türlü türlü amaçları vardır.
Bir bayan İslâmî bir dergide "Allah'ın "evinizde oturun" sözündeki evden maksat, toplum veya alemdir" diye fetva veriyor. Yine bu cüretkârlardan kimi Ramazan'da oruç yemenin mubah olduğu, kimi din ile dünyanın tamamen birbirinden ayrılması gerektiği, kimi ribanın bir kısmının helal olduğu yolunda fetvalar vermektedir. Bunlar herhangi bir delile değil, heva ve hevese dayanan fetvalardır. ,
Bir şeyi helâl veya haram kılmak, ancak Allah'a hastır. İslâm'dan önce insanlar kendi keyiflerine göre hükümler koyar; istediklerini haram, istediklerini de helâl kılarlardı. Oysa bu yetki sadece ve sadece Allah'a aittir ve Allah da hükümlerini yüce kitabı Kur'an ile bize bildirmiştir.
Allah Teâlâ Yüce Kitabında şöyle buyuruyor:
Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez. (Ma-ide/87)
Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak bu helâldir, şu da haramdır demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler (Nahl/16)
De ki: "Allah'ın size indirdiği rızıktan bir kısmını helâl, bir kısmını da haram kılıyorsunuz". De ki: "Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?" (Yunus/59)
Allah Davud'a hitaben emrini yerine getirmesini isteyerek şöyle buyuruyor:
Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık, o halde insanlar arasında adaletle hükmet, heva ve hevese uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır. (Sad/26)
Allah, peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed'e de şöyle hitapta bulunuyor:
Hayır, rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın (onu tam manasıyla) kabullenmedikçe iman etmiş olamazlar. (Nisa/65)
Ayetten de açıkça anlaşıldığı üzere, mü slü m anların, hem ihtilafları hususunda Rasûlullah'ı hakem yapmaları, hem de onun verdiği hükmü gönül huzuruyla kabul etmeleri istenmektedir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına seçme hakkryoktur. (Ahzab/36)
Sanıyorum ki bu ayetler ilimsiz olarak din hakkında ileri geri konuşmanın, heva ve hevese göre fetva vermenin ne kadar tehlikeli olduğunu gösteriyor. Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyuruyor:
Allah insanların göğsünden ilmi çekip almaz. Ancak âlimlerin ölümüyle ilim ortadan kalkar. Geride cahil kişiler kalır. Onlar da heveslerine göre fetva verir, böylece hem sapar hem de saptırırlar.
Hadis konusunda ancak bildiklerinizi söyleyin ve hadis uydurmaktan sakının. Kim bilerek benim adıma hadis uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın.
Kur'an'ı nevasına göre yorumlayan kimse de cehennemdeki yerine hazırlansın. Yine Kur'an'ı bir menfaat elde etmek için yorumlayan kişi de büyük bir günah işliyor demektir. Rasûlullah şöyle buyuruyor:
Sonradan gelenler bu dini düşmanlarından alacak, aşırıların tahrifinden, batıl peşinde koşanların çarptırmasından ve cahillerin tevilinden koruyacaklardır.
Halife Hz. Ebubekir heva ve hevesle Kur'an'ı tefsir etme hususunda şöyle diyor:
Eğer ben Kur'an'ı heva ve hevesime göre te'vil edersem, hangi yer beni barındırır, hangi gök beni gölgelendirir.
Hz. Ömer sanki bu devrin fetva veren bilgisiz insanlarına hitab ediyor: "Rey ehli sünnete düşman oldular, onu kavrayıp ihata edemediler, böylece reylerine başvurdular". Bunlar Allah Rasûlünün sünnetini anlayıp ihata edemediklerinden fetva ve din konusunda delil ve burhanla değil, rey ile hüküm verdiler ve sapıttılar.
İmam Mâlik şöyle diyor: "Ben ancak bir insanım isabet de ederim, hata da yaparım. Kitap ve sünnete uygun görüşümü alın, uymayanı bırakın!" ,
Müceddit Ömer b. Abdulaziz şöyle diyor: "Allah Rasûlünün sünneti karşısında hiç bir görüş kabul edilmez."
Rebi b. Heysem de şöyle diyor: "Allah şunu haram kılmış ve şundan sakındırmış demekten sizi sakındırıyorum. Çünkü Allah ona şöyle der: Sen yalan söylüyorsun. Ben onu ne haram kıldım ne de ondan sakındırdım". Yine sizi Allah şunu emretti ve helâl kıldı demekten de sakındırıyorum. Çünkü Allah ona şöyle der: "Sen yalan söylüyorsun. Ben bunu emredip helâl kılmadım."
Şüphesiz, Kur'an ve sünnette dayanarak rey ile hüküm vermek caizdir, Kur'an ve sünnete aykırı olan rey ise batıldır; onunla amel edilmez. Hanefî âlimleri ahad yolla gelen hadisle amel etmenin dahi reyden önce geldiğini söylüyorlar. Ahmed b. Hanbel de "Uydurma olduğu bilinmedikçe zayıf hadisle amel etmek reyden önce gelir" demiştir.
İçtihat yapacak kişi her şeyden önce Kur'an'ı çok iyi bilmelidir. Çünkü hüküm ve kanun çıkarmada birinci ve esas kaynak odur. İkinci olarak sünnet ve eseri çok iyi bilmelidir. Arab dilini ve câhiliye şiirini de bilmesi gerekiyor. Geçmişlerin sözlerini ve icma konularını da bilmelidir. Bunların yanısıra parlak bir zekaya, aydınlık bir zihne de sahip olmalıdır. İnşallah kıyamete kadar ümmet-i Muhammed hayır içinde devam edecektir. Çünkü dünyaya yayılan bu büyük ümmetin içinde içtihada uygun bir şahıs mutlaka olacaktır.
Her ne olursa olsun, fetva veren veya fetva vermeye niyetlenen kişi, evvelemirde Allah adına, Allah'tan ve dinden bahsettiğini, bunun için de ilim ve takvanın gerekli olduğunu aklından çıkarmamalıdır.
Doğru yola ileten Allah'tır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.