Cevap: İyi bir arzuya karşı bu makaleyi yazıyorum ki, hayır üzerinde yardımlaşma umudu olsun ve iyi olmasını arzuladığımız Arab fi-limlerine bir rağbet meydana gelsin.
Bana göre sinema bir tarafı öldüren, diğer tarafı ıslah eden iki taraflı bıçağa benziyor. Bu tehlikeli mayın tarlasında gezen kişinin niyetine bağlı bir şeydir. Ellili yılların başından beri bilim ve din ilimleriyle uğraşanlara şu çağrıda bulunuyorum: Bilim adamları dindar olup dinî ilimlerden nasiplerini almalı, ehl-i ilim de bilimden nasiplenmelidir. Böylece ortada buluşmak ve başarı mümkün olur.
1959 senesinde Müslümanların İlerleme Araçları adh kitabımda şöyle demiştim: İslâm toplumunun kalkınması için din ile bilimi mec-zetmek gerekiyor. Çünkü İslâm din ve dünyayı tanzim etmek için gel-
miştir. Bilim de dünya ile ilgilidir. Bilimin dünya ile ilgisi dünyayı gü-zelleştirmesidir. Bilim dünyanın güzelliklerini Ön plana çıkarır, insanlar onunla mutlu olur.
Bilimin din ile ilgili yönü ise, Allah'ın müşahede edilen kitabı olan tabiata dayanmasıdır.
Bu nedenle, gerçek bilim adamlarının iman sahibi olup Allah'a sonsuz güven duyduklarına inanıyoruz.
1959'dan beri bilimle dinin arasının bulunup yalnız biriyle iktifa edilmemesi gerektiğini söyleyip duruyorum. Zira her ikisine birden yöneldiğimiz takdirde, güç ve kuvvetimiz artar, başarıya ulaşırız.
Şimdi gelelim asıl konuya, yani sakınılması gereken filimlerin hangileri olduğuna. Her şeyden önce, açık seçik sahnelerden, cinsi anarşiyi körükleyen, kadının cinselliğini teşhir eden filimlerden sakınmak lazımdır. Yine dini inancı hafife alan, ahlâkî umdeleri ve güzel adetleri küçümseyen, dinin tebliğini üstlenen şahsiyetleri hakir gören filimlerden de sakınmak gerekir.
Acaba biz neden aşkı/sevgiyi sadece cinsellik olarak algılıyoruz?! Halbuki bazı toplumlar, aşkın en derin manasını, dakik işaretlerle ve latif rumuzlarla ifade ediyorlar. Leyla ile Mecnun adında bir Hint filmi izlemiştim. Aşk filmi olmasına rağmen bu filimde cinsellikle ilgili tek sahne yoktu.
Biz de dinî filimler çektik, fakat ithal filimlerle karşılaştırdığımızda bizimkilerin çok geri olduğunu görürüz.
Dışarıdan gelen dini filmler, mevzusuyla, temsil yönleriyle, senar-yolarıyla, manzara ve renkleriyle çok zengindirler. Bizim dinî filimle -rimiz, her bakımdan ilkellik arzediyor, kaliteden mahrum bulunuyor.
Bir çok yerde, İslâm'ın büyük şahsiyetlerinin hayatını filme almaktan uzak durulması gerektiğini söyledim ve yazdım. Zira bizim yaşantımızla onlarınki arasında büyük farklar vardır.
Yapmamız gereken yakın zamanın tarihi şahsiyetlerini filim konusu yapmaktır.
Biz daha yakın tarihimizin büyük ve önemli şahsiyetlerini bile özümsemiş değiliz, nasıl olur da Nebi ve Rasûlleri, sahabe ve ehl-i beyti özümseyip temsil edebiliriz.
Bu bana şu hikmetli şiiri hatılatıyor:
Güneş gökte duruyor, kalbini güzel tut.
Sen ona çıkamadığın gibi o da sana inmeye kadir değil.
"Haddini bilene Allah rahmet etsin" veya "Haddini bilene ne mutlu! ".denmiştir. Öyleyse sabır ve sebatla tedricen seleflerimiz gibi olmaya gayret etmeliyiz.
Bizdeki filmlerin konuları genellikle bellidir. Bu konular tekrar tekrar işlenmektedir. İlk okulda okuyan bir çocuk dahi bu filmlerin başına baktığında, sonunun ne olacağını biliyor. Çünkü genellikle bu filmlerin konusu cinsellik, şiddet, eşlerin hıyanetleri, ahlâkî çözülme, uzun öpüşmelerden sonra kötü ilişkilerden ibarettir.
Hiç münasebeti yokken neden her sahnede bir veya iki tane dansöz bulunduğunu keşke anlayabüseydim.
Ve yine hiç bir münasebeti yokken şarkıcı ve türkücülerle filimle-ri doldurmanın ne alemi var?!
Filmlerde neden sürekli zifaf odası gösteriliyor?!
Ve neden bu filmlerde her evin bir köşesinde bir bar ve herkesin önünde veya elinde içki kadehi görüyoruz?! Bütün bunlara ne anlam veriyorsunuz?
Bunlar helâl midir?
Neden filmlerimizde kadının alınıp, satılan bir meta bir şehvet aracı olduğu veya günah ve rezaletlerin sembolü bulunduğu işlenip duruyor?!
Hiç kimse kadını neden bu kadar düşük ve değersiz hale getirdiğimizi, neden gerçek mevkiine çıkarmadığımızı sormuyor, sorgulamıyor?!
Neden kadının sanat gücünü, ruh güzelliğini ölçü almıyor da, dişiliğini, yüzünün ve bacaklarının düzgünlüğünü ölçü alıyoruz?! Oysa kadın, makyajsız da güzel olabilir, bir dişi olarak değil, insan olarak toplumda muhterem mevkiine yükselebilir.
Tiyatro ve sinema çevreleri sanat gücü yüksek olan, fakat fazla güzel olmayan kadınlara değer vermiyor.
Bazı film yapımcılan birtakım filmlere "yalnız büyükler içindir" kaydmı koyuyorlar, dolaylı olarak o filmin ahlâk dışı olduğunu itiraf ediyorlar. Böylece küçükler için uygun olmadığını da ifade etmiş oluyorlar. Oysa iyi film herkese uygun olan filmdir.
Cinselliği ve ahlâksızlığı ön plana çıkaran, toplumu sakat ve sapık fikirlere sevkeden filimlerin yasaklanıp Allah sevgisini, ana-baba ve aile sevgisini, vatan ve tabiat sevgisini öne çıkarıp güzel ahlâka, sabır ve cihada sevkeden filmlerin teşvik edilmesi gerekir.
Amacım, sinama ve tiyatroyu kötülemek veya sinemacı ve tiyatrocuları aşağılamak değildir. "Din nasihattir" hadis-i şerifine ittiba ederek, gücümün yettiği kadar ıslah vazifemi yapmak istedim. Basarı Allah'tandır ve ben O'na güvenip dayandım.
Allah en iyi bilendir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.