Cevap: Hak güzel ve kuvvetli, batıl ise çirkin ve zayıftır.
İslâm her adım atışımızda bizi hakka bağlıyor ve batıldan uzaklaştırıyor. Kur'an-ı Kerim Allah'ın hak olduğunu söylüyor ve şöyle diyor:
İşte O, sizin hak rabbiniz Allah'tır. Artık haktan sonra sapıklıktan başka ne kalır. (Yunus/32)
Ve yine Kur'an, Allah'ın hakkın kaynağı olduğunu şöyle dile getiriyor:
Hak senin rabbindendir, şüpheci olma!
Yine Kur'an Rasûlün hakla geldiğini şöyle dile getiriyor:
Rasûlünü hak dini ve hidayetle gönderen O'dur. Allah Hakkı te'yid ediyor:
Suçluların hoşuna gitmese de Allah, sözleriyle hakkı açığa çıkaracaktır. (Yunus/82)
Allah haktan ayrılmamaları için insanları uyarıyor:
Sana gelen hakkı bırakıp da onların arzularına uyma! (Maide/48)
Ve yine Allah hakka yardımcı olacağını ve onu zafere erdireceğini vaadediyor:
Bilakis biz, hakkı batılın tepesine indiririz de o batılın işini bitirir, bir de bakarsınız ki, batıl yok olup gitmiştir. (Allah'a) yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size! (Enbiya/18)
Yine de ki: "Hak geldi batıl yıkılıp gitti. Zaten batıl yıkılmaya mahkumdur." (İsra/81)
Bütün bu ayetlerden bize vacib olan şeyin hakkı aramak, ona yapışmak ve insanları ona çağırmak olduğu anlaşılıyor.
Allah Teâlâ kitabında apaçık olarak bütün kaide ve kuralları koymuş, hudutları çizmiş, helâli ve haramı beyan etmiş, Hz. Peygamber de yaşayan/canlı bir Kur'an olarak rehberlik etmiştir. Öyle ki gecesi de gündüzü kadar aydınlık bir yol bırakmıştır. Bundan ancak helak olanlar sapar. Bu konuda Allah şöyle buyuruyor:
Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım. Ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim... (Maide/3)
Ancak devirlerin geçmesiyle insanlar dinden olmayan şeyleri dine soktular. Allah'ın meşru kılmadığı şeyleri Allah'a nisbet ettiler. Halbuki hakka çağıranların Allah'ın dinini bu gibi şeylerden korumaları gerekir, ki din bozulmadan ayakta dursun.
İşte Şaban ayının on beşinci gecesini ihya adı altında yapılanlar da bu bidatlardan biridir. Uzun zamandan beri bunlar adet haline getirilmiş ve bu gecede camilerde toplanarak ey nimet ve minnet sahibi olan
Allah! Ey ikram ve celal sahibi olan Allah... diye başlayıp devam eden duayı hep beraber okuyorlar. Halbuki bu dua makbul ve seri bir delille isbat edilmemiştir. Onun dinde bir aslı yoktur. Onu bazı fertler ihdas etmişlerdir. Bu dua için toplanmak bir bidattir. Bu konuda ayet ve hadislerde kesin bir hüküm yoktur. Ne Hz. Peygamber, ne de sahabe böyle bir dua yapmıştır.
Bu dua ile birlikte bir takım işler yapıyor, bazı sözler söylüyorlar. Halbuki bunlar sahih hadislerde yoktur. Tahkik ehli âlimler şabanın on-beşi hakkındaki hadislerin çoğunun zayıf ve isnadlarının kopuk olduğunu sölemişlerdir. İmam Ebubekir b. Arabi şöyle diyor:
Şaban ayının on beşinci gecesinin fazileti ve nzıklann onda tayin edildiği konusunda hiç bir delil yoktur. (el-Ahkâm)
Nitekim İmam Ebu Şame de şöyle diyor:
Şaban ayının on beşinci gecesi hakkındaki hadislerin hiçbiri sahih değildir.
Ancak tarih kitaplarına göre Şamlıların cahilleri ve halk yığınları bu bidati ortaya çıkardı, fakat İmam Evzai bunu reddetti. Ve onlara "Bu yaptığınız bidattir" dedi. Hicaz ehli de Şamlıların bu durumunu beğenmediler.
Şaban ayının on beşinde yapılan bidatlardan biri de, dinde yeri olmayan es-salatül-elfiye dedikleri namazdır. Bu namaz Fatiha'dan sonra her rekatinde on kere İhlâs suresi okunarak kılınan yüz rekatlı bir namazdır. Bu tamamen aslı olmayan bir namazdır. Hiç bir sahabi ve tabiin bunu yapmamışlardır. İmam Cezeri bu namazla ilgili rivayetin sahih olmadığını söylüyor.
İmam Nevevi de el-Mecmu adlı kitabında böyle bir namazın kötü bir bidat olduğunu söylüyor. Kutu'î-Kulub ve İhya-ı Ulumiddin gibi kitaplarda zikredilmesi ve bu namazla ilgili rivayetlerin bulunması insanları yanıltmasın. Şeyh A. Rahman b. İsmail el-Makdisi bu namazı ve Regaip namazım reddederek "Böyle namazlar dinde yoktur" demiştir.
İmam et-Tertuşi de es-Salat'ül-elfiye denilen namazın h. 448 yıhn-da ihdas edildiğini söylüyor ve şu açıklamayı yapıyor:
Nabluslu İbn Ebu'l-Hamza adında çok güzel Kur'an okuyan biri vardı. O Kudüs'e geldi, Şaban ayının onbeşinin gecesinde Mes-cid-i Aksa'da namaza durdu. Onun arkasında bir adam da namaza durdu. Sonra bunlara başkaları da eklendi. Ertesi sene bu adam kalabalık bir cemaatla bu namazı kıldı ve böylelikle insanlar arasında bu namaz yayıldı. Ve sandılar ki Allah böyle bir namazı farz kılmıştır.
Bu namazı bir çok müçtehid imam kabul etmemiştir Ebu'l-Hitab, Ebu Hatim ve İbn Cevzi bunların başında gelir. Bunlara göre bu namaz mevzudur, hakkında hiç bir eser veya hadis yoktur.
Yine insanların şaban ayının on beşinde kıldıkları bir namaz daha vardır, ki onun hakkında da hiçbir sahih haber yoktur. Bu namaz, iki rekatta bir selam verilerek, Fatiha'dan sonra altı kez İhlâs suresi okunarak kılınan altı rekatlık bir namazdır. Ayrıca bu namazda, her iki rekattan sonra bir Yasin okunur. Namazın ardından da on beşinci gecenin duası okunur. Sonra ömrün uzaması için dua yapılır, sonra rızkın bereketlenmesi, sonra iyi bir son için dua yapılır.
Şüphesiz Yasin suresi Kur'an-ı Kerim'in vaaz ve ibretlerle dolu olan mübarek bir süresidir. Onu okumak her zaman güzeldir, o da Kur'an-ı Kerim'in diğer sureleri gibidir. Ancak onu Şabanın on beşinci gecesinde özel bir surette okumak bidattir.
Yine kötü alışkanlıklardan biri de bu gecede bir çok İslâm ülkesinde kandiller yakılmasıdır. Bu konuda da herhangi bir haber veya eser yoktur. İmam Ebu Şame el-Bâis alâ İnkâri'l-Havâdis adlı kitabında şöyle söylüyor:
Bu gecede ateş veya kandil yakmak bidattir. İmam Nevevi de aynı fikirdedir.
Yine bir kısım âlimlere göre bu gecede ateş yakmak Fars asıllı olan Bermekiler zamanında ihdas edilmiştir. Nitekim onlar İslâm'a bir
çok kötülükler sokmuşlardır. Onlar sanki dinden imiş gibi bu gecede ateş yakmayı adet edinmişlerdi. Bu ateşperestlerin adetlerine benziyor.
Bir çok insan, Duhan suresinde zikri geçen 'her hikmetli işin takdir edildiği' geceyi, Şaban ayının on beşinci gecesi zannediyor. Oysa bu, büyük bir yanılgıdır. Sözkonusu ayetler aşağıdadır:
Ha mim, apaçık olan kitaba andolsun ki, biz onu (Kur'an'ı) mübarek bir gecede indirdik. Kuşkusuz biz uyarıcıyizdir. Katımızdan bir emirle her hikmetli işe o gecede hükmedilir. Çünkü biz, rabbi-nin bir rahmeti olarak peygamberler göndermekteyiz, O işitendir, bilendir. (Duhan/1-5)
Yukardaki ayetlerde bahsi geçen gecenin, Şaban ayının onbeşinci gecesi olduğu yolundaki düşüncenin yanlışlığı aşikârdır. Zira sözkonusu gecede Kur'an indirildiğinden bahsediliyor. Bakara suresinde de ifade edildiği üzere Kur'an Ramazan ayında nazil olmaya başlamıştır. Nitekim Allah şöyle buyuruyor:
Ramazan ayı, insanlara yol gösterici ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. (Bakara/185)
Bu da gösteriyor ki Kur'an'ın indirildiği gece Ramazan ayındadır, şaban ayında değildir.
Kur'an-ı Kerim'in başka bir yerinde sarahatla işaret ediliyor ki, vahiy ilk defa Kadir gecesinde indirilmiştir. Kadir gecesi de Ramazan ayının yirmi yedinci gecesine tekabül ediyor. Kur'an'da şöyle Duyuruluyor:
Biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik, Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır. O gecede, rablerinin izniyle melekler ve ruh (Cebrail) her iş için iner dururlar. O gece esenlik doludur. Ta fecrin doğuşuna kadar. (Kadir/1-5)
Yine Allah'ın Şaban ayının on beşinci gecesinde dilediğini yazıp dilediğini sildiği, azıkları, ömürleri ve daha başka nice şeyleri takdir ettiği, mutluluk ve mutsuzluğu tescil ettiği yolunda genel bir inanış vardır. Buna da Allah'ın şu sözünü delil olarak ileri sürüyorlar:
Allah dilediğini siler, (dilediğini de) sabit bırakır. Bütün kitapların aslı onun yanındadır. (Ra'd/39)
Halbuki bu ayetin delaleti hakkında tefsirciler çeşitli yorumlar yapmışlardır. Makbul ve akli yorum aşağıdaki gibidir:
"Her müddetin (yazıldığı) bir kitap vardır" yani kendisine peygamber gönderilen her milletin kendi devrine göre ihtiyaçları vardır. Ona göre her bir kitap mahdut ve muayyen bir zaman için indirilmiştir. Bu bakımdan Allah dilediği hüküm ve şeriatları siler, hükümsüz kılar. Onların yerine daha faydalı hükümler kor. Bu durum, hastaların haline benzer. Doktor onların durumuna göre ilaç verir. Halbuki bütün kitapların aslı O'nun yanındadır. Yani değişikliğe uğramayan bilginin ve ilmin aslı O'nun yanındadır. İşte ayette sözü edilen silmek ve sabit bırakmaktan kasıt, şeriat ve şeriatın hükümleridir. Ayetin siyakından anlaşılan budur. Ayetin tümü şöyledir:
Ve böylece biz onu Arabça bir hüküm (hikmetli bir söz) olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra, onlann arzularına uyarsan, (işte o zaman) Allah katında ne bir dostun ne de koruyucun olur. Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik, onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiç bir peygamber için mucize getirme imkanı yoktur. Her müddetin (yazıldığı) bir kitap vardır. Allah dilediğini siler (dilediğini de) sabit bırakır. Bütün kitapların aslı O'nun yanındadır. Biz onlara vaadettiğimizin (azabın) bir kısmını sana göstersek de veya (ondan önce) seni vefat ettirsek de sana ancak (Allah'ın emirlerini) tebliği etmek düşer. Hesap yalnız bize aittir. (Ra'd/37-40)
Elbette Şaban ayının on beşinci gecesini ihya etmenin iyi bir şey olduğunu kabul ediyoruz. O gece zikir çekmek, teheccüd kılmak, tev-be ve istiğfarda bulunmak müstehabtır. O da diğer geceler gibidir. Bütün geceleri ihya etmek sünnettir. Hz. Peygamber'in Şaban ayının on beşinci gecesi kalkıp dua ettiği ve onu ihya ettiği rivayet edilmektedir. Ancak unutulmamalıdır ki Rasûlullah tüm gecelerde kalkıp ibadet ediyordu. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
Dua ibadetin ta kendisidir. Dua ibadetin özüdür.
Yani ibadetin aslı ve temelidir. Çünkü dua kulun Allah'a bir yönelmesidir. Eğer kulun Allah'a inancı olmazsa O'na yönelmez. Bu nedenle samimi dua iman ve yakine temel olarak kabul edilmiştir.
Hz. Peygamber'in, rabbine çok dua etmesi elbette görevidir. Çünkü Allah şöyle buyuruyor:
Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar. (Bakara/186)
O halde dinde ihlaslı ve samimi kişiler olarak O'na dua edin! (Ga-fir/65)
Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. (Gafir /60) Daha nice ayetler vardır ki duanın önemini dile getiriyorlar.
Ben acizane duayı şöyle anlıyorum: Kulun, Allah'ın yardımını ve inayetini dilemek için kalbinin derinliklerinden doğup, dilinde söze dökülen bir istektir. İnsan, umduğunu samimi bir şekilde Allah'a tevcih eder. Sadece dile getirmek yetmez. Çünkü Allah Teâlâ kalbleri çok iyi bilendir. Ancak duayı dille söylemek bir nevi kalbe tercümanlık etmektir.
Benim anladığıma göre İslâm'da dua müslümamn kalbini Allah'a bağlaması demektir. Kul bu esnada Allah'tan başka her şeyden alakasını1 keser, hayırlı şeyler ister. Böylesi dualara Allah'ın icabet etmesi umulur.
Bir de sebeplerin tükendiği, zorlukların baş gösterdiği zamanlarda yapılan dualar vardır. Bu duanın faydası, insanlardaki ümitsizliği giderip onlara emel ve arzu kapılarını açmasıdır. Bu gibi durumlar, insana, kulun başvuracağı en son kapının Allah'ın kapısı olduğu hakikatini öğretir. Öyle ise insan ancak O'na ibadet etmelidir.
Bir de ihtiyari dua vardır. İnsanların normal vakitlerde yaptıkları duadır. Bu da insanın imanını ziyadeleştirir, Allah'a olan güvenini arttırır. İnsanın, Allah'ın fazlım ve keremini hatırlaması ve O'na şükretmesi de bu ihtiyari duadandır.
Allah'ın kulun duasına cevap vermesi veya kabul etmesi kulun hayrına olan şeyi takdir etmesi demektir. Bunu da ya acilen yapar ya da onu geciktirir. Veya ondan bir kötülüğü kaldırır. Ancak İslâm, muhal olan bir şey için dua edilmesini yasakladığı gibi, isyan ve günah olan ve başkasının zararını kapsayan bir şey için dua edilmesini de yasaklamıştır. Dua yapılırken ibadete hazırlıklı olmalıdır. Duanın gerçekleşmesi için aceleci olmamak lazımdır. Çünkü Allah (c.c) hiçbir kimsenin acelesi için acele davranmaz. Her şey O'nun katında bir ölçüye göre olur.
Dualarımızın kabul edilmesini çok isterdim. Fakat gereğini yerine getirmeden, yalnızca dille yapılan duaların kabul edilmeyeceği, daha başından bellidir. İnsanlar dudak kıpırdatmanın yeterli olacağını zannediyor, tenbellikten vazgeçmiyorlar, duaları kabul edilmeyince kızıyor, evham ve şüphelere kapılıyorlar. Böylelikle zamanlarını öldürüyorlar. Oysa İslâm, duanın kabul edilmesi için ameli/çalışmayı şart koşmuştur. Müslümanın daima hayır, fazilet, gayret ve amel üzerinde olması kötülükten, acizlikten ve tenbellikten uzak bulunması lazımdır. Böylelikle kul Allah'ın yardımına layık olur ve kader onun duası paralelinde tecelli eder.
Müslümanlar duanın ne olduğunu anlasalar, onun hissi ve manevi yönünü birleştirseler o zaman ilerlerlerdi. Duanın gereklerini yerine getirselerdi, ruhlan güçlenir, amaçları gerçekleşirdi.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
Kullarım sana beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar. (Bakara/186)
Allah duanın kabulü için kullarından davete uymayı istemiştir, ki bu da, amele yönelmek ve Allah'ın razı olduğu şeyleri yapmaktır. Azim, himmet ve samimiyet de bunlarla arkadaşlık etmelidir. Böylece insanlar hakka muvaffak ve sevaba nail olur.
Hz. Ömer "Ben duanın kabul edilip edilmeyeceğini değil, duanın kendisini merak ediyorum. Bana dua etmem ilham edilirse o kabul edilir" diyor. Dua'mn temiz bir kalpten, iman etmiş bir nefisten ve pak olan bir dilden çıkmış olması çok önemlidir.
Meşhur sufi İbrahim b. Ethem'e "Dua ediyoruz, fakat kabul edilmiyor" denildiğinde, şöyle karşılık verdi:
Elbette kabul edilmez. Zira Allah'ı tanıdınız, O'na itaat etmediniz, Rasûlullah'ı tanıdınız, onun sünnetine tabi olmadınız. Kur'an'ı tanıdınız, onunla amel etmediniz, Allah'ın nimetlerini yediniz, şükrünü ifa etmediniz, cenneti bildiniz ona talip olmadınız. Ateşi bildiniz, ondan kaçmadınız, Şeytanı bildiniz ona muhalefet etmediniz, ölümü bildiniz, ona hazırlıkta bulunmadınız, ölüleri gömdünüz ondan ibret almadınız, kendi kusurlarınızı bırakıp başkalarının kusurlarıyla uğraştınız.
Allah Teâlâ her gün namazlarda tekrar ettiğimiz Fatiha süresiyle beliğ bir ders veriyor. Kullarına şunu söylemeyi öğretiyor:
(Râbbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız. Bize doğru yolu göster. (Fatiha/5-6)
Dua burada imandan sonra geliyor. Önce ibadet, sonra çalışmak, sonra Allah'ın yardımını dilemek gerekiyor. Allah'ın şu sözü de bunu takviye ediyor:
Şu da muhakakk ki ben tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra doğru yolda giden kimseyi bağışlanın. (Taha/82) .
Dualarımızın kabul edilmesine çok muhtacız. Ancak bunun için duanın gereklerini yerine getirmemiz, çalışıp çabalayıp Allah'a gönül bağlamamız, istiğfarımızın günahlardan uzak, iyiliklere yakın olması lazımdır. Yoksa Rabiatu'l-Adeviye'nin dediği gibi, istiğfarımız da istiğfara muhtaç olur.
Hz. Ömer şöyle diyor:
Sizden biriniz rızık talebinden geri kalmasın, ellerini semaya kaldırıp 'Ey Allahım bana nzık ver! demesin. Zira gökten altın ve gümüş yağmaz.
Biz fiili duaya muhtacız. O da çok çalışmakla, kusurları düzeltmekle, hataları gidermekle, hayırlı işleri çoğaltmakla, şerre direnç göstermekle ve çok güçlü olmakla mümkün olur.
Ayrıca sünnetle sabit olan şu dualan çok çok tekrar etmemiz gerekir:
Allahım! Beni bildiklerimden faydalandır ve bana faydalı olanı öğret, beni ilimce ziyade kıl!
Ey Allahım! Beni işte sabit kıl, doğrulukta bana azim ver, nimetlerine şükür ve güzel ibadet etmeyi nasib et, bana doğru bir dil ve
selim bir kalb ver.
Ey Allahım! Kederden, üzüntüden, acizlikten, tenbellikten, borcun galebesinden ve insanların kahrından sana sığınıyorum.
Ey Allahım! Açlıktan sana sığınıyorum. Çünkü o kötü bir arkadaştır. Hıyanetten de sana sığmıyorum, çünkü o da kötü bir sırdaştır.
Ey kalbleri evirip çeviren Allah! Benim kalbimi dinin üzerinde sabit kıl!
Yine Şaban ayının on beşinci gecesine dönelim. Neden sıhhati bilinmeyen bir duayı bu gecede tekrarlayıp duralım. Neden bu münasebetle geniş İslâmî mirasımıza yönelmiyor, neden bu gecede salih seleflerimizi ve temiz tarihimizi anmıyoruz.
Mü'min, her zaman ve her yerde dua edebilir. Dua etmek için toplanmaya ihtiyaç yoktur. Hatta yalnız iken daha fazla huşu duyulur, insanların kalabalığından ve hayatın gürültüsünden uzak kaldıkça manevî yoğunluk artar.
Öyle ise, neden Şaban ayının on beşinci gecesinde kıblenin Beyt-i Makdis'ten Mescid-i Haram'a çevirilmesinin yıldönümünü kutlamı-yoruz. Çünkü kıble değişikliği hicretin ikinci yılında gerçekleşti.
Ve neden Şaban ayında meydana gelen üçüncü Bedri kutlamıyoruz?
Ve neden Şaban ayının ortasında ve hicretin beşinci yılında meydana gelen Beni Mustalık Gazvesini kutlamıyoruz?
Neden Şaban ayının onbeşinci gecesinde vefat eden büyük âlim ve fakih el-İmam el-Leys b. Sa'd el-Fehmî'yi anmıyoruz.
Çok büyük bir âlim olan bu zat hakkında İmam Şafii şöyle diyor: el-Leys İmam Mâlik'ten daha fakih idi. Yahya b. Kebir de onun hakkında şöyle diyor:
el-Leys İmam Mâlik'ten daha fakih idi, ancak Mâlik öne çıkarılmıştır.
Mısır kadısı ve emiri Leys b. Sa'd'a gereken saygıyı gösteriyorlardı. Halife Mansur ona emirlik teklif etti, fakat Leys b. Sa'd kabul etmedi. Kadri ve kıymeti bilinmeyen bu adamı anmanın zamanı gelmedi mi?
Ve yine neden Şaban ayının on beşinci gecesinde h. 238'de vefat eden Ebu Yakub İshak b. Rahuye en-Nisaburi'yi anmıyoruz. İmam Ahmet b. Hanbel onun hakkında şöyle diyor:
Irak'ta onun bir emsalini tanımıyorum. Muhammed b. Eşlem de onun hakkında şöyle diyor: İshak'tan daha fazla Allah'a saygılı olan birisini görmedim.
Ebu Yakub İshak b. Rahuye en-Nisaburî yetmiş bin hadisi ezbere biliyordu.
Neden Mağrib beldesinin en büyük fakihi ve şeyhi olan Muhammed b. Abdullah b. Ebi Zeyd el-Kayrevani el-Mâlikî'yi bu gecede anmıyoruz. Bu zat Mağrib ülkelerinde Mâliki mezhebinin imamı idi ve
h. 389 yılında Şaban aymın on beşinde vefat etmişti.
Onun hakkında Kadı İyaz şöyle diyor:
O din ve dünya reisliğine yükselmişti. Her yerden ona gidiliyordu. Birçok kişi onun rahle-i tedrisatından geçmişti.
Mâliki mezhebini de özetleyen Muhammed b. Abdullah İslâm dünyasını telifleriyle doldurdu. Onun en meşhur kitabı ise Mâliki fık-
hinin en büyük eseri olan er-Risale'âir. Bir çok âlim bu kitap hakkında şerh ve haşiyeler yazmıştır.
Yukarıdan beri zikrettiklerim çok cüzi şeylerdir. Bizim tarihimizde Şaban ayının onbeşiyle alakalı daha nice şeyler vardır.
Şaban ayının onbeşinci gecesini mirasımızdan ve tarihimizden faydalanarak ihya etmenin daha güzel olacağını düşünüyorum, umuyorum ki bu kabul görecek bir çağrıdır. Doğru yol Allah'ındır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.