Cevap: Şefaat kelimesi je/kökünden gelmektedir. Şef ist iki şeyin arasını bulmak, bunları yaklaştırmak demektir. Şef, vitr (=tek) kelimesinin zıt anlamhsıdır. Bu kelime şerri defetmek, hayrı celbetmek, bazen de düşmanlık manasına gelir. Bütün âlimler, kâfirler için şefaatin caiz olmadığına dair ittifak etmişlerdir. Çünkü Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ondan başka günahları dilediği kimse için bağışlar. (Nisa/116)
Ve yine İslâm âlimleri, âlim ve hakim olan Allah izin vermeden kimsenin şefaat edemeyeceği hususunda da icma etmişlerdir. Ancak O'nun rızasıyla ve izin verdiği kişi şefaat edebilir. Yine kıyamet gününde Allah Rasûlüne şefaat hakkı ve yetkisi verileceğinde de ittifak etmişlerdir. Ama şefaatin keyfiyeti hakkında ve kimlerin şefaat edeceği hakkında ihtilaf vardır. Müslümanlar şu duada birliktirler: "Allahım bizi Hz. Muhammed'in şefaatma nail eyle!"
Âlimlerin bir kısmı şöyle diyor: Şefaat, sevaba müstehak olan kişilerin derecelerinin yükselmesi için yapılır. Büyük günah işleyenlere şefaat yoktur.
Kimi âlimlere göre de şefaat, büyük günah işleyen ehl-i tevhid ve
ehl-i kıble içindir. Çünkü böylesi insanlar mü'minlerden sayılırlar. Onlar Allah'ın mağfiretini hak etmişlerdir. Bir kısım âlimler ise şefaati reddediyorlar.
Çünkü şefaat amel ve karşılık kaidesiyle çelişiyor. Şefaati reddeden âlimler şöyle diyorlar: Şefaat mutlak adalet kaidesine zıttır. Adillerin adili Allah'ın adaletine uygun değildir.
Şefaatin varlığı ve mahiyeti Rasûlullah'm hadisleriyle anlaşılmaktadır. Onların bir kısmı çok veciz, bazıları da oldukça uzundurlar. Onların arasında en meşhuru şudur:
Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir. Başka bir hadiste de şöyle buyuruyor:
Duamı biriktirdim, onu kıyamet gününde ümmetime şefaat için kullanacağım
Bu mealde daha birçok hadis mevcuttur. Kur'an-ı Kerim'de de şefaatle ilgili yaklaşık yirmi beş tane ayet vardır. Bu ayetleri üç bölümde inceleyebiliriz. Onlardan bir kısmı şartlı ve şartsız olarak şefaatin varlığına dairdir. Mesela Allah'ın şu sözünü buna delil gösterebiliriz:
Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı vardır. (Nisa/85)
Müfessirlerin çoğu ayette geçen şefaati, hayır ve şerre yardımcı olmakla yorumluyorlar. Yani kim bir insana hayır üzerinde yardımcı olursa, o bundan nasibini alır. Kim de kötülükte bir insana yardımcı olursa o da ondan nasibini alır.
Bu tür şefaatin herhangi bir şartı mevcut değildir.
Şefaatin ikinci kısmı ise Kur'an-ı Kerim'de geçen ve şarta bağlı olan şefaattir. Yani ancak Allah'ın izni ve rızası dahilinde olur. Bu konuda Allah şöyle buyuruyor:
İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? (Bakara/255)
O gün Rahman'ın izin verdiği ve razı olduğundan başkasının şefaati fayda vermez. (Tâhâ/109)
Şefaatin üçüncü kısmı ise, ayetlerin reddettiği şefaattir. Bu da genellikle kâfirlerle ilgilidir.
Veya şefaate ehil sandıkları putların şefaatinin inkar edilmesidir. Allah bu konuda şöyle buyuruyor:
Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez. (Müddessir/48)
Onlar için rablerinden başka ne bir dost, ne de bir aracı vardır. (En'am/51)
Kur'an-ı Kerim'de bulunan şefaat ile ilgili ayetlerin çoğu bu türdendir.
İşte şefaatin lügat ve seri manası ayetlerde ve hadislerde bu şekilde geçmektedir.
Fakat müslümanların çoğu şefaati yanlış anlıyorlar. Onlar, şefaat kapısının ardına kadar açık olduğunu zannederek kötülüklere dalıyor, şefaatle kurtulacaklarını düşünüyorlar. Hz. Muhammed'in ümmetinin hayırda olduğuna, Allah'ın da gafur ve rahim olduğuna güvenip kendilerini koyuveriyorlar. Allah ancak kurtuluşa yaklaşmış fakat başarıya ulaşamamış toplumlara şefaatte bulunacaktır. Ancak böylesi insanlar, şefkat ve merhamete layıktırlar. Bu tür insanlar çalışıp da imtihanda basan elde edemeyen bir talebenin durumuna benzer. İşte böyle bir talebeye yardımcı olunur. Ve yine şefaatin, Allah Teâlâ'nın, elçisi Mu-hammed'e bir ikramı olduğunu düşünüyorum. Allah bununla Rasûlünü onurlandırmış, onun gayretini takdir etmiştir. Bu durumu, devlet başkanı seçilen kişinin, tutukluları salıvermesine benzetebiliriz. Bu da her şey amele bağlıdır dememize bir engel teşkil etmez. Nitekim Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
Biz", kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez, (yapılan iş) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adalet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz. (Enbiya/47)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.