☝📖İbrahimi ﷺ Muhammedi ﷺ Hanif İslam📖☝﷽𐰃𐰠𐰯☝📖المحمدية☝Muhammediyye📖☝𐰃𐰠𐰯༺الله أكبر ༻

☝المحمدية☝الاامام سيد محمد هاشمي الموسوي 📖 علي الكتاب و السنة☝

Online Arapça Dersleri Video İzle,Arapça Sarf,Arapça Nahiv Video,Arapça Dilbilgisi Video,Online Arapça dilbilgisi Dersleri,islami ilimler,Kuran tefsiri video izle,islami dini sohbet izle,İslami sorular cevaplar,Muhammediyiz-Arapça Dersleri Temel İslami İlimler-Arapça Dersleri,Online Arapça Dersleri Video,İslami ilimler Video Dersleri,

Bahailik İslâm'a Karşı Düzenlenmiş Bir Komplodur -SORU: Bahailiğin iç yüzü nedir? Bahailik karşısında İslâm'ın du­rumu nedir?

Sorularla islamiyet-10->CEVAP: Zarar ve tehlike bakımından en şiddetli akım 19. asırda veba gibi yayılan sapık Bahai mezhebidir. Bahailiğin belaları 20. yüz­yıla da uzanmıştır.


Bahailik ilk günden beri çirkin yüzündeki Örtüyü kaldırmamış, bi­lakis ilk girişimler diyebileceğimiz öncü davranışlarla gerçek yüzünü perdelemiştir. Giriş mahiyetinde olan bu hareketlerin en önemlisi Ba­hailiğin temeli olmak üzere "Babilik'tir


Araştırmacı ve tarihçiler Bahalilik ile Babilik arasında tam bir bağlantı olduğunu söylemektedirler.


Babilik ilk defa, liderinin kendisine söylenen "Bab" lakabı ile ilin­tili olarak İran'da ortaya çıkmıştır.


"Bab" kelimesinin birden çok anlamı vardır. İlim kapısı, hakikat kapısı, göğün kapısı bu anlamlardan bazısıdır. Bir diğer anlamı da "beklenen kurtarıcının yaklaştığını müjdeleyen kimse"dir.


Bazı tarihçilerin rivayetine göre "bah" sözünü İsmailiyye mezhe­bi, insanlara İsmailliyye mezhebinin sırlarını öğreten şeyhe bir unvan olarak vermiştir.


Nusayriler Selman-ı Farisi'yi "bab" olarak bilirler. Çünkü onların inancına göre Peygamberin ölümünden sonra davet işi ona bırakılmıştır.


Bâtınî mezhebinin bazı kolları ve bazı tasavvufçular bu kelimeyi davetin erkanı anlamında kullanmışlardır. Zira bunlara göre "bab" de­nilen liderler davet edilen kimsenin aralarına girmesine ve ulaşmasına sebeptir.


Babilik mezhebi İran'da Şiraz halkından Mirza Muhammed Ali Şirazi ardında bir kimseye nisbet edilmektedir.


Mirza Muhammed Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hüseyin'e nisbet edilen bir ailenin çocuğu olarak hicretin 1235 yılında doğmuştur. Bu aile ti­caretle uğraşırdı.


Mirza 25 yaşına geldiğinde "Bab" olduğunu iddia etti. Şia mezhe­binde beklenen mehdinin vekiline "bab" denirdi. Mirza'nın bab oldu­ğunu iddia etmesi hicri 1260 yılında olmuştur. Denizciler süratle onu tasdik ettiler.


Babilik kendisini dine dayandıran bir mezheptir, Bu mezhebin ku­rucusu peygamber olduğuna inanan bir kişi olup, kendisim "Dinin bab"ı olarak isimlendirmiştir. İddiasına göre Musa, İsa ve Muham-med'in halifesidir. Kısaca Babiliği böyle ifade edebiliriz.


Bu mezhebin kurucusu yahudiliğin, hristiyanlığın ve müslümanlı-ğın birleşmesi çağrısında bulunmuş, mezhebinin bunu gerçekleştirece­ğine inanmıştır. Mezhebin kurucusu, kendisini üç dinin birleştiği nok­ta olarak tanımlamıştır.


Şirazi iddialarını aşağıdaki şekilde derece derece geliştirip şunla­rı ileri sürmüştür:


1. Kendisinin beklenen Mehdi'ye açılan "bab" (kapı) olduğunu ileri sürmüş, bu davete "Babilik" adını vermiştir. İnsanlar kendisi ara­cılığı ile imamla ilişki kurup onun emirlerini alacaklardır.


2. Şirazi daha sonra beklenen Mehdi'nin kendisi olduğunu iddia etmiştir.


3. Daha sonra kendisine vahiy gelen peygamber olduğunu ileri sürmüştür.


4. Daha sonra Allah'ın ruhunun kendisine geçmek suretiyle Allah olduğunu iddia etmiştir.


Şirazi davasını, gördüğünü iddia ettiği rüyalara dayandırıyordu. Mesela bir keresinde şöyle demişti:


Benim kadınlardan el etek çekişim, kendimi ibadete ve namaza verişim, durumumu açıklamazdan bir sene önce gördüğüm bir rüyaya dayanmaktadır. Rüyamda gördüm ki şehitlerin efendisi Hz. Hüseyin'in kesik başı bir ağaçta asılı idi. Kesilen boyun tarafından bolca kan akıyordu. Ağaca yaklaştım. Beni şiddetli bir heyecan kapladı. İki elimi açıp uzatarak bu kutsal kandan birazını elime alıp ihlasla onu içtim. Bu işlem sona erince Allah'ın ruhunun be­denime girdiğini hissettim. Bu ruh bedenimin her tarafını kapladı. Allah'ın içime girmiş olmasının sevincinden kalbimi bir heyecan aldı. Gözümün önünde bütün güzelliği ile ruhi sırlar açıldı.


Devlet yöneticileri ve ilim adamları ile Şirazi'nin arasında düş­manlık şiddetlendi. Şirazi zayıf kişilikli bir kimse idi. Bunu gösteren şöyle bir olay vardır:


Şiraz şehrinin ilim adamları Muhammed Mirza'nm sapıklığını or­taya koyunca Şiraz valisi, cuma günü camide cemaatin önünde Şira­zi'nin tevbe etmesini istedi. Şirazi, korkudan yalancıktan minbere çıka­rak tevbe ettiğini şu sözlerle açıkladı:


Her kim benim imamın vekili veya babı olduğumu kabul ederse Allah'ın gazabı onun üzerine olsun.


Her kim benim Allah'ı inkar ettiğimi, peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğunu inkar ettiğimi, Allah'ın peygamberi, müminlerin emiri Hz. Ali'nin veya arkasın­dan gelen imamların vesayetine sahip olduğumu söylerse Allah'ın gazabı onun üzerine olsun.


Daha sonra bu tevbesinden dönüp tekrar eski saçmalıklarını iddia etmeye devam etmiştir.


Babilik daveti için bol verimli bir alan buldu. Babi Muhammed Mirza'nm arkasından gidenler, ağıt söylemeye layık derecede cahil ve bilgisiz kimselerdi. Bu durum, eski zamanlarda İran'da meydana gelen bir olayı hatırlatıyor: Bir vakitler adamın birisi İran'da peygamber ol­duğunu iddia etmişti. Zamanın kralı bundan haberdar olunca adamı ça­ğırtıp kendisine şöyle sordu: "Peygamberlik iddia ediyormuşsun, bu doğru mudur?" Adam bu soruya şöyle cevap verir: "Sultanım! Bana uyanlardan bir grubu huzurunuza toplamama izin veriniz." Adamlar


toplandıktan sonra sahte peygamber eşek gibi anırmaya başladı. Adamlar hemen onun yaptığı gibi anırdılar. Bunun üzerine yalancı peygamber şöyle dedi: "Efendim, ben bu eşeklerin peygamberiyim!"


Babilerin davetlerindeki rezalet o derecededir ki iddiaya göre Mu­hammed Mirza dinde değişiklik yapıp yeni durumlar ortaya koyma hakkı olduğunu söylemiştir.


Şirazi Bedeşt şehrinde bir kongre tertip ederek bu kongreye ait şöyle bir rapor düzenletmiştir:


Namaz, oruç, hac gibi ibadetlerin değiştirilip kaldırılması husu­sunda araştırmalar yapılmıştır. Uzun tartışmalardan sonra top­lantıya katılan büyük dostlarımızın çoğunluğu bu ibadetlerde ye­nilik yapmanın veya tamamen kaldırmanın gerekliliğine inan­maktadırlar.


Dinin gereği ilahi hikmetin kanunları öyle bir şeyi gerekli kılıyor ki yeni ortaya çıkan daha öncekinden daha yüksek bir mertebede ve daha kapsamlı olmalıdır. Bir başka deyişle sonradan gelen, ye­rine geldiğinden daha yüce ve mükemmel olur. Bu akıl yürütme­ye göre Bab hazretleri makam yönünden ve ortaya koyduğu eser­leriyle daha önce geçen peygamberlerin hepsinden üstündür. Onun dini hükümleri değiştirip bozmaya mutlak hakkı vardır.


Toplantıya katılanlardan pek azı İslâm dininde değişiklik yapıla­mayacağı görüşündedirler. Bunların dayanağı şudur:


Bab hazretleri yeni bir hüküm koyucu veya hükümleri değiştiren değil, ancak o hükümleri düzelten, içerisine karışmış bidat ve bo­zuklukları temizleyen ve onlara değer kazandıran biridir.


Bab'm ortaya koyduğu görüşleri inceleyen kimse onun iddia ettiği şeyleri çeşitli kaynaklardan almış olduğunu anlar. Aynı zamanda yap­tıklarının İslâm dinine karşı gelmek, dini karıştırıp bozmak ve Allah'ın azametine ve Peygamberin makamına dil uzatmak olduğunu görür.


Mesela kendisine Kur'an'dan daha büyük bir vahyin geldiğini id­dia etmiştir. Kendisi diyor ki:


Sizin peygamberiniz kendisinden sonra Kur'an'dan başka bir şey bırakmamıştır. İşte size benim Beyan adlı kitabım! Onu okuyunuz. Onu okuduğunuzda Kur'an'dan daha düzgün ifadeleri olduğunu göre­ceksiniz.


Şirazi'nin bu sözünde işaret ettiği Beyan adlı kitabı, onun kendisi­ne vahyedildiğine inandığı kitaptır. Aslında bu kitap bir sürü dil ve gra­mer yanlışlıkları ile doludur.


Üzücü ve komik olan bir durum var ki kendisine gramer hataları sebebiyle itiraz edilip, "Allah böyle gramer hataları olan bir vahiy in­dirmez" dendiğinde şu komik cevabı vermiştir:


Harfler ve kelimeler günahkar olup Allah'a karşı gelmişlerdi. İlk zamanlarda işledikleri bu hatadan dolayı Allah onları gramer ku­ralları ile zincire vurarak cezalandırdı. Allah beni peygamber ola­rak gönderince, ben herşeye rahmet olarak gönderildiğimden tüm günahkarlara ve hata işleyenlere, hatta harflere ve kelimelere bile af çıktı. Böylece kelimeler gramer cezasından kurtuldular. Artık gramer kurallarına uymaksızın dileyen dilediği gibi söyleyebilir, bunda hata ve kusur olmaz!


Bundan daha öte aptallık olamaz.


Şirazi kendini Peygamber efendimizden daha üstün görürdü. Şöy­le derdi:


Benim Kur'an'ım Muhammed'in Kur'an'ından üstün olduğu gibi, ben de ondan üstünüm. Muhammed insanların Kur'an'ından bir surenin benzerini getirebilmekten aciz olduğunu söylerken, ben insanların benim Kur'an'ımın bir harfinin benzerini getiremeye­ceklerini söylüyorum. Muhammed elif harfi makamındadır. Ben ise nokta makamındayım.


Bu mel'un adam yukarıdaki sözünde nokta ifadesiyle ilk varlıkta­ki ilahi hakikati, elifüe de bu ilahi hakikati anlatan sureti kastediyor.


Bu sapık adamın sapık fikirlerinden ve İslâmiyet'le çatışan görüş­lerinden bazıları şunlardır: Beş vakit namaz ve cuma namazı kaldırılmıştır. Cenaze namazı dışında cemaatle namaz kılmak yoktur. Cünüp-lükten temizlenmeye gerek yoktur. Kıble Mirza'nm Şiraz'da doğduğu evdir. Bundan dolayı hac için gidilecek yer burasıdır.


Babilikte oruç 19 gündür, oruca başlamazdan önce Babiler, beş gün boyunca çılgınca eğlenip herhangi bir sosyal ve kanuni kayıt ol­maksızın arzu ettikleri her şeyi yapabilirler.


Babilere göre 19 rakamı kutsaldır. Bu sebeple yılın aylarını 19 ay saymışlardır. Bu ise Allah'ın kainata koyduğu kurala ve Kur'an'da bir yılın aylarının 12 olduğunu bildiren ayete açıkça aykırıdır.


19 rakamına ait çılgınlıklarından biri de erkeğin boşadığı karısına 19 kez dönebilmesinin caiz görülmesidir. Kadını erkeğin elinde oyun­cak haline getiren ve kadının şerefini hiçe sayan bundan daha çirkin bir anlayış olamaz.


Babiler, kıyameti ve öldükten sonra dirilmeyi inkar ederler. Babi­lere göre Kur'an'da ve diğer dini kaynaklarda bu konuda yer alan ifa­deler ruhi ve manevi birer mecaz ve sembolden ibarettir.


B ahiliğin İslâm dinine karşı gelip ona zarar veren düzenbazlıkla­rından ve inkarlarından biri de hulul teorisi ile vahdet-i vücut inancına inançları arasında yer vermesidir.


Vahdet-i vücud fikri sapık bir fikirdir. Her şeyde Allah'ın bulundu­ğu esasına dayanır. Buna göre evren hayalden ibret olup gerçek değil­dir.


Tasavvufcularm aşırı olanları da bu görüştedir. Bunlara göre Al­lah'ın zatı ile insanın zatı aynıdır. -Haşa- Yaratıcı ile yaratan arasında fark yoktur.


Hulul teorisine inanlara göre de -haşa-Allah insanın içine girmiş­tir. Bunlar derler ki: "Allah'a itaat ederek nefsine eziyet edip, şehvetli ve zevkli şeylere karşı sabreden kimse mukarrebler makamına yükse­lir. Bu makama geldikten sonra devamlı yüksele yüksele, beşer olmak­tan çıkar. İşte bu noktada Meryem oğlu İsa'ya giren ruh, bu makama gelen kimseye de geçer."


Babiler zehirlerini saçıp yalanlarını yaymak ve adamlarına çekici görünmek için kadın ve seks unsurundan yardım almışlardır. Babilerin kendisinden yardım aldıkları baştan çıkarıcı güzel bir kadındır. Bu ka­dın altın saçlı, taşkın kadınlığını fışkırırcasına dışa vurmuş bir kadın­dır. Çevresinde bulunanlardan bazıları ile şüpheli ilişkileri vardır. Çev­resindekiler ona "göz nuru" derlerdi. Asıl adı Ümmü Selma bint i Sa­lih el-Kazvini'dir.


İşin tuhafı cinsel ve ahlaki konularda rezaletinin kokusu dışa vur­muş olmasına rağmen bu kadının lakabı temiz kadın anlamına gelen Tahire idi.


Bu kahrolası kadın hicri 1230, miladi 1814 yılında dünyaya geldi. Güçlü bir konuşma ve tartışma yeteneği vardı. Kadınlığı ve hüebazlı-ğı ile baştan çıkartıcı idi.


Bu kadın Babiler katında fetva otoritesine sahip idi. Öyle ki bir kadının dokuz erkekle evlenmesinin caiz olacağına fetva vermiştir. Be-deşt şehrinde Babiler tarafından düzenlenen kongrede dikkati çeken bir rolü olmuştur.


Bu kadının Babiler arasındaki etkisine ve güçlü otoritesine kendi­lerinden bir tarihçi şöyle işaret etmektedir:


Mezhepte yeni yükümlülükler getiren emirler, kapalı olup anlaşıl­maz durumda idi. Bazı kimseler Babilik hareketinin bu yüzden İslâm dinine bağlı bir bir hareket olduğu görüşünde olmuştur. Bazılarına gö­re ise Babiliğin öğretile'ri başlı başına bir emir ve yeni bir dindir.


Babiler her bir problemle karşılaştığında "göz nuru temiz kadın"a fetva sorarlardı. O da fetva soranlara cevap verirdi. Sanki bu kadın, bu sahte dinin -haşa- rabbi idi.


Bu kadın, yukarda sözü geçen kongrede "Babiliğin İslâm dinini ortadan kaldırdığı" şeklinde bir kararın alınmasını sağlamıştır. Bu ka­dın şöyle söylemiştir: "Biliniz ki İslâm dininin hükümleri "bab"ın or­taya çıkması ile ortadan kalkmıştır."


Gene bu kadın kadınlarla erkeklerin hiç bir kayd u şart olmaksı-


zın ilişkide bulunmasına çağrıda bulunmuş ve şöyle demiştir: "Kadın­larınızla erkekleriniz arasındaki engelleri parçlayınız! Onları yaptığı­nız işlere ortak ediniz ve işlerinizle kadınları aranızda bölüşünüz. On­ları yalnızlıktan çekip çıkarın ve aranıza karıştırın. Tatlı bir iletişimden sonra onlara kavuşun. Kadınlar dünya hayatının çiçeğidir. Çiçeklerin mutlaka koparılması ve koklanması lazımdır..."


Bu kahrolası kadın Kur'an'da geçen sur'dan maksadın kendisi ol­duğunu sanmaktadır. Bir sözünde şöyle demiştir: "Ahiret günü bekle­diğiniz sur benim!"


Bu kadın sonunda cezasını bulup hicri 1259, miladi 1852 senesin­de idam edilmiştir.


Babilik akımı büyük gürültüler koparmış ve birçok insanı günaha sürüklemiştir. Neticede 1848 miladi tarihinde Mirza Muhammed Ali Şirazi hapsedilmiş, ona uyanlar zamanın İran şahma baş kaldırmışlar­dır. Şah bu kargaşayı Şirazi'yi ve Babilerden pek çoğunu idam etmek suretiyle bastırmıştır. Âlimlerin kafir olup dinden döndüğüne dair hü­küm vermesinden sonra Babilerin başı Tebriz şehrinin meydanında kurşunlanarak öldürülmüştür.


Abbas Mahmud Akkad Babiler hakkında şöyle diyor:


Babilerden bazıları vesvseye kapılıp çılgınca şeyler yapmıştır. Sa­nıyoruz ki "bab" kendisi, işin başında kendisine en çok güvenen kimse idi. Fakat işin sonunda da kendisine en az günvenen bir kimse olmuştu. Bunun içindir ki onlar arasında İslâm inancından en uzak kimse idi.


İran Babilere dar gelmeye başladı. Sonunda 1853 yılında İstan­bul'a sonra da Edirne ve Kıbrıs'a geçtiler.


1868 yılında Akka'da kendilerine Bahaeddin adında bir kimsenin liderliğinde bir merkez kurdu. Böylece Babiliğin yerini Bahailik almış oldu. Bir başka deyişle, Bahailik Babiliğin uzantısı oldu. İsimler fark­lı olsa da sapıkların hepsi bir topluluktur.


Bahailer, Babilerden arta kalan dostları ile birlikte Bahaullah'm geleceğini müjdeleyen Mirza Muhammed Ali Şirazi için Hayfa'da Ker-mil dağında bir mezar yaptılar.


Bahailiği kuran kişi İranlı dini bir liderdir. Adı Hüseyin Ali b. Mir­za Abbas Büzürg el-Mazanderi en-Nuri'dir. Miladi 1817 yılında doğ­muş, 1892 yılında ölmüştür.


Bu adam kendisine Bahaullah adını vermiş ve Babiliğe iman et­miştir. İnancına göre Babilik kendisinde Allah'ın ortaya çıkacağını ha­ber vermiştir. -Hz. Allah böyle bir şeyden yüce ve uludur.-


Babilikle ilgili bilgiler kaybolmaya yüz tutunca, Bahullah Baha­ilik hareketini oluşturmuş, böylece Babiliğin mirasına konmak istemiş­tir. Bundan sonra uzun yıllarını hapiste geçirdi.


Bahaeddin, hocası olan Bab'ın öğretilerini Tahran'da yaymaya başladı.


Daha sonra Mazendaran şehrine yöneldi. Yukarda sözü geçen Be-deşt konferasına "Göz nuru" denen kadınla birlikte katıldı. Bahaad-din'in bu kadın üzerinde büyük bir etkisi ve otoristesi vardı. Kadın Ba-haaddin'in yanından ayrılmaz oldu. Bedeşt konferansında onu hareke­te geçirip yönlendiren hep o olmuştu.


Şah'ın emri ile hapsedildiği sırada Rus ve İngiliz büyükelçilikleri Şah'a baskı yaparak Şah'ın Bahaaddin'i hapisten çıkarıp 1260 hicri ta­rihinde Bağdat'ta sürgüne göndermesini sağladılar. Daha sonra Ak-ka'ya sürüldü, ama ölüp defnedildi. Kendisinden sonra yerine oğlu Ab-bas'm geçmesini vasiyet etmişti. Oğluna Abd'ul-Baha adını vermişti. Abd'ul-Baha'ya Halifet-u Baha'ullah da deniyordu.


Baha'nın inancına göre Musa, İsa ve Muhammed peygamberler onun geleceğini müjdelemişlerdir.


Bazı tarihçilerin söylediğine göre Bahâ'nın bilgisi ve kültürü Brahmanizm, Budizm, Zerdüşt, Mani, Mazdek, Yahudilik, Hristiyan-lık, Batmilik ve İslâm karışımı bir kültür idi. Baha'nın üzerinde özel­likle vahdet-i vücut hulul ve fena konularında tasavvuf eğilimi en önemli etken idi.


Bahâ, konuşmada etkili bir üsluba sahip idi. Yazılarında ve konuş­malarında özellikle tasavvufun etkisinde idi. Ona ait olan aşağıdaki sözler bunun delilidir:


Ey sevgi ve aşk atmosferine uçup, yaratma gücünün sahibi rab-binin yüzünün nuruna bakan kimse! Ey ariflerin maksudu! Ya­kınlığının nuru nerede? Uzakta kalmanın karanlığı beni öldürdü. Mahrumiyetin gücü beni mahvetti. Ey muhlislerin sevgilisi! Sa­na kavuşmanın ışığı nerede? Sana kavuşabilene ne mutlu! İhsa­nının eliyle kavuşmanın misk kokulu şarabını içebilene ne mut­lu!


İlahi, ilahi! Kendilerini yüce beyanının cezbedip, büyük şehitlik makamını ve en yüce zirveyi arzu eden aşıklarının kanları ile il­minde yazılı sırlar ile ve ihsan denizindeki gizli mücevharat ile senden beni ve annemi bağışlamanı istiyorum.


Bahailiğin lideri Bahâ'nın Akdes adını verdiği bir kitabı vardır. Bu kitap sapıklıklarla doludur. Bu kitabın sapıklıklarına bir örnek verelim: İslâm'a karşı gelişinde ve sahtekarlaığında ileri giderek şöyle diyor:


Benim ayetlerimden bir ayet okuyana, gelmiş geçmişlerin kitapla­rını okumaktan daha çok sevap vardır!


Bir başka sözünde kendisinin dini emir ve yasaklar koyma hakkı olduğunu şöyle ifade ediyor:


Her kim bir başkasının üzerse 19 miskal miktarı altın vermelidir. Bu, alemlerin mevlasının hükmüdür.


Kur'an'ı tefsir etmeye kalkışıp her türlü yanlışlığı yapmaktan ve ayetteki anlamı bozmaktan çekinmiyor.


İlkin sizi yarattığı gibi (yine O'na) döneceksiniz. O, bir grubu doğ­ru yola iletti, bir gruba da sapıklık müstehak oldu. (A'raf/29-30)


Baha, bu ayetleri şu şekilde tefsir etmiştir:


Allah bir grubu doğru yola iletti de Bahaullah'a iman ettiler, bir grup da ona iman etmedi ve onlara sapıklık müstehak oldu. Rum suresi 56. ayetindeki "Kendilerine ilim verilenler...." cümle­sini "Bahaullah'm dininin ilmi verilenler ve ona iman edenler" şeklin­de tefsir etmiştir.


Gene Rum Suresi 56. ayetindeki "Andolsun ki siz Allah'ın kita­bında (hükmedildiği gibi) yeniden dirilme gününe kadar kaldınız" ifa­desini, "Bu ayetteki hitap Muhammed ümmetine olup buradaki kitap­tan maksat Kur'an'dır. Yeniden dirilme gününe kadar kalmak, Hz. Mu-hammed'in getirdiği temiz şeriatını uygulamak demektir. Dirilme gü­nünden maksat, Bahaullah'ın ortaya çıkacağı gündür" şeklinde tefsir etmiştir.


Baha, kendisinden önce bâb'm yaptığı gibi kendisinin peygamber olduğunu iddia etmiştir. Oysa peygamberlik Hz. Muhammed ile sona ermiştir.


Bahailerin inançlarından bazılarını onların en büyük propagandacı­larından Ebu'l-Fedail -veya bazılarının onunla alay etmek için söyledi­ği üzere Ebu'r-Rez&il-D ürer'ul Behiyye isimli kitabında şöyle anlatıyor:


Biz Bahai ümmeti şuna inanırız ki Allah'ın emrinin ortaya çıktığı ve vahyinin indiği, Allah'ın tüm isimlerinin ve sıfatlarının gerçek­te ortaya çıktığı, ayet ve beyyinatın güneşinin doğduğu yer Baha-ilerdir. Allah'ın sıfatlarından her hangi bir sıfat ilk mertebede an­cak Bahailerde ortaya çıkar. Allah'ın celal ve cemal sıfatlarından bir tecelli ancak Bahailerde zuhur eder. Zati fiillerin nisbeti husu­sunda işaretlerin ve zamirlerin anlaşılması ancak Bahailer aracılı­ğı ile olur. Çünkü Allah'ın zatı ve rabbani gerçeği aslında görül­meyen bir şeydir. Allah bir takım vasıfların gerçeğinden yücedir. Bir takım sıfatların oluşumundan ötedir. Onlar akıl ile idrak edile­mez. O sıfatları idrak kapsayamaz, gönüller kavrayamaz. Bir isimle isimlendirilip, işaretle işaret edilemez.


Bütün bunlar Kur'an'm anlayışına başkaldırmak, İslâm'da bilinen şeylere el koyup kendine mal etmektir.


Merhum Muhiddin Hatib, Bahailerin bu kıt akıllılıkla ortaya attık­ları görüşlere şu yorumu getiriyor:  (Bunlar Allah'ın ismi ve sıfatı yok diyorlar). Fakat bizzat Hz. Al­lah kendisinin Esmau'l-Husna'sı olduğunu ve yüce sıfatlan bulun­duğunu bildirmektedir.


Bahailerin utanmazlığı onları bizzat Allah'ın haber verdiği konu­larda bile Allah'ı yalanlama cüretine sevkediyor. Hayret! Bunlar Allah'tan daha iyi mi biliyorlar? Allah'ın ilmi, izzeti, kudreti ve di­lemesi Hz. Allah'ın emirlerini ortaya koyan sıfatlandır.


Bahailiğin kıt akıllı lideri çirkin hileleri ile Allah olduğunu ileri sürmektedir. Bunlar söyleyeceklerini insanları aldatıp kandırma­dan söylemelidir. Ne söyleyeceklerse Allah'ın ismini ve sıfatlarını dillerine dolamadan söylemelidir. Bunların inanışlarına göre Al­lah'ın işleri bile aslında Allah'ın işi değilmiş de, O'nun emrini or­taya çıkaranın işi imiş. Güya Allah'ın emrini ortaya çıkaran da Ba-hullah dedikleri adam imiş!


Peki Bahaaddin'in kitabını -güya kendisine vahyedilen şeylerin yazılı olduğu kitap— kardeşi çalıp ben yazdım diye ortaya attığın­da bu Bahaullah neredeydi? Ölünceye kadar kalbini parçalayan bu hırsızlığa engel olup onun meydana gelmesinin önleseydi ya!


Allah'ın sıfatlarını daha Önce, Hakim Abidin'in günlerinde İsmaili mezhebinden onlanlar da inkar etmişlerdi. İsmaililerin propagan­dasını yapanlar bunu açıktan söylemişler ve bu inanca kitapların­da "Tevhid akidesi" demişlerdir. Çünkü bunların iddiasına göre Allah -haşa- sıfatsız olunca vehimden ibaret kalır, Hakim de rab oluverir. Bu saçmalıklar hususunda Hakim, Baha'nın selefi olmuş


Bahailiğin tehlikesi şuradadır: Kullandıkları pislik dolu yol ile or­taya koymaya çalıştıkları inanç -haşa- Allah'ın yok olduğudur. Onlara göre Allah'ın ve başta Hz. Muhammed olmak üzere pey­gamberlerinin söylediği gibi isimleri ve sıfatları yoktur. Var oldu­ğunda görüş birliği edilen sıfatları ise bunların inancına göre on­ları ortaya çıkaracak birine muhtaçtır. -Haşa-Allah sıfatlarını or­taya çıkaracak birine muhtaç olunca Bahaullah adını verdikleri birinin sıfatlan ortaya çıkaracağını müjdelemişlerdir. İnançlarına göre o Allah'ın sıfatlarını ortaya çıkaran, Allah'ın ve fillerinin kaynağı olan kimsedir. Hz. Allah bunların uydurduğu şeylerden yücedir.


Bahailerin aşırı sevinç ve taşkınlıkları öyle bir dereceye vardı ki, liderlerinin kitabının vahiy mahsulü olduğunu söylemeye başladılar. Bahailer kitaplarını şöyle anlatıyorlar:


Rabbimiz Baha, ortaya çıktığı günlerde uzun süre büyük belalar ve müthiş problemlerle karşılaşmasına, bilgili bir kimse olma­masına rağmen, Arabça ve Farsça mukaddes kitabı ufukları dol­durmuştur. Onun kitabı tüm yeryüzündeki dinlerin ilahi sahifele-rinden ve semavi kitaplarından daha üstündür dersek abartmış olmayız.


Bu ne yüzsüzlük! Ne utanmazlık! Hem Baha'yı rab olarak vasıf­landırıyor, hem de başına gelen belaları defedemediğini söylüyor. Ay­nı zamanda ilim sahibi olmadığını da itiraf ediyor. Daha sonra tuzak­ları kurup alçak sözlerini söylediler: Onun kitabı tüm semavi dinlerin kitaplarından üstündür!


"Bahailik İslâm'a karşı düzenlenmiş bir komplodur" derken aynı zamanda sömürgecilerin tuzağının da kokusunu alıyoruz. Sömürgeci­ler Bahaileri İslâm'a saldırmak için desteklemiş ve harekete geçmiştir. İslâm'ı yıkabilmek için düşmanlarını cesaretlendirmiştir. Sömürgeciler onlara İslâm dininin kitabına, peygamberlerine ve Öğretilerine dil uzattırmıştır.


Burada hatırlayalım ki, Bâbilerin lideri için idam kararı verildi­ğinde, Rus konsolosu onu idamdan kurtarmak için müdahalede bulun­du. Fakat adaletin kılıcı müdahaleden öne geçmişti.


Babiliğin ve Bahailiğin Gerçeği isimli kitabın sahibi, sömürgeci­lerle Bahailerin ilişkisini şu sözlerle anlatmaktadır:


"İngilizler emellerinin gerçekleşmesinin, Bahai lider Mirza Hüse­yin'e yardım etmekte olduğunu gördüler. İran üzerinde söz sahibi ola­bilmek için Babi hareketinin sönmesinden sonra Bahailerin propagan­dasının başarılı olabilmesi için gereken ortamı hazırladılar. Bu nedenle onun idamdan kurtulması için her yola başvurdular. Bunu yaparken Yahudi ve Ruslarla yardımlaştılar. Çünkü onlar Mirza'yı kendilerine değerli hizmetler yapacak olanağa sahip bir kişi olarak gördüler.


İngilizlerin, Mirza'nın hayatı ile ilgili girişimleri o dereceye ulaş­tı ki, Bağdat'taki İngiliz Genel Konsolosu aracılığı ile onunla ilişki kur­dular. Bahailerin lideri hayatını korumak için Konsolostan İngiliz va­tandaşlığına geçme isteğinde bulundu.


İngiltere'de devamlı kalmak istemedği takdirde Hindistan'a gitme imkanı olacaktı. Hindistan onun zevkine uygun düşen bir doğu ülkesi idi.


İngilizlerin Baha'nın oğlu Abbas ile olan ilgisi o derecede idi ki Abbas açıktan onların casuslağunu yapıyor, onlara doğrudan hizmetler ifa ediyordu.


İngiliz casusu olan Abbas, İngilizlerin İslâm'ı yıkmak ve İslâm ül­kesinden en değerli bir yeri koparıp Yahudilere teslim etmek için azim­le planlarını uygulayarak karanlık tarafta nasıl yer alacağını biliyordu.


Bahailerin itirafı ortaya koymuştur ki İngilizler 23 Eylül 1918 ta­rihinde Hayfa'yı işgal ettiklerinde, işgal kuvvetlerinin komutanı hemen Abd'ul-Baha'yı ziyaret etmek istemişti.


İngiliz komutan kendisi ile tokalaştıktan sonra ondan Arab şehir­lerini fazla zayiat vermeden, riske girmeden, fethedebilmek için yar­dım istedi.


Komutan Bahailerin liderinin bu işe elverişli ve istekli olduğunu gördü. Onun İngilizlere hizmet yolunda emeklerini gören komutan ona İngiliz kralı tarafından verilen Kahramanlık nişanını sundu. Bu nişan 1920 nisanında İngiliz Büyük elçiliğinde düzenlenen büyük bir tören­le kendisine takıldı.


Şunu hatırlamalıyız ki hilebaz sömürgeciler, devamlı olarak müs-lümanların aralarından buldukları satılmışlar aracılığı ile, müslümanla-rı bozmaya ve İslâm'a karşı savaş vermeye çalışırlar. Müslümanların içinden kendilerine elverişli buldukları kimseleri seçip, kendilerine yaklaştırır ve bol ihsanlarda bulunurlar. Daha sonra perde arkasından onlara ne yapmaları gerektiğini söylerler.                         


Böylece müslümanlar birbiriyle çalışıyormuş gibi görünür. Bu ça­tışmalar iç savaşa varana kadar çeşit çeşittir.


Oysa gerçek şudur ki habis zehir müslümanların içine melun sö­mürgeci şeytan aracılığı ile sızmıştır.


Yıkıcı Bahailik, bünyesine bir yerden zehir alma durumunda de­ğildir. Onlar sömürgecilerden komplo, siyonizmden hilebazlık ve Ba­tılı Haçlılardan misyonerlik zehirlerini almışlardır.


Buraya kadar Bahaileri ve İslâm'a karşı komplolarını bir parça an­latmış olduk. Bahailerin Mısır'daki durumuna da bir göz atalım.


İnsanlar bu yüzyılın 19501i yıllarında Bahailerin kötülükleri ve rezaletleri sebebiyle bir hayli gürültüler kopardılar. Bahailerin Mısır'da durumu öyle bir noktaya geldi ki kimliklerinde "dini" hanesine İslâm yerine Bahâi yazdırmaya başladılar. Bunun bir anlamı da Bahai olan kimse müslümanlığı kabul etmiyor demekti. Yöneticiler bundan telaşa düştüler.


Mısır Sağlık Bakanlığı bu konuda Sosyal ve Kültürel İşler Şube-si'nin görüşünü sormak üzere bir yazı yazdı. 18/3/1954 tarihinde adı geçen şube bu yazıya bir cevap verdi. Bu cevapta şöyle deniyor:


Bahailiğin bir din olmup olmadığı konusu mahkemeye intikal et­miş ve mahkeme bu konuda "Bahailik diye bir dinin kanun naza­rında varlığı söz konusu değildir" hükmünü vermiştir. Müslüman­lardan Bahailiği kabul eden bir kimse dinden çıkmış sayılır.


Mahkemenin bu kararma istinaden şubemiz kimlikte din hanesine Bahailiğin yazılmasının mümkün olmadığı görüşündedir.


Devletin fetva meclisince bu grup ile ilgili şöyle bir fetva da ve­rilmiştir:


Bahailik, İslâm dininin temeline ve inanç esaslarına ters düşen bo­zuk inançlar yaymaktadır. Bahailiğin faaliyetleri müslümanları,


Peygamberi ve kitabı hakkında şüpheye düşürmektedir. Bunların davranışları semavi dinlerin hepsine aykırıdır.


Hem din adamları, hem hukuk bilginleri, Bahailiğin kafirlik oldu­ğunda ve bunların İslâm'dan çıkmış olduklarında görüş birliği etmiş­lerdir.


Önceleri "Sünnet-i Muhammediye Taraftarları" cemiyetinin baş­kanlığını yapmış olan merhum Abd'ur-Rahman Vekil, yukardaki fetva­ya şu yorumu getirmiştir:


Bundan açık bir şekilde anlaşılıyor ki Bahailer devleti kendilerini tanımaya zorlama yolunda çalışmalar yapmaktadırlar. Devlet ken­dilerini tanıdığı takdirde kafirliklerini daha iyi yapacakları, Siyo­nistlerin suç ortaklığını kanunun gözü kulağı önünde yapacaklar. Üzüntü ve acı veren bir husustur ki doğuda bazı insanlar Bahaili­ğin kokuşmuş çamuruna yuvarlanıp helak olmuşlardır. Bahailik sebebiyle dram üstüne dram yaşanmıştır.


Merhum Abd'ur-Rahman Vekil, Bahailiğin ve Bahailerin sebep ol­duğu pek çok dramı sayıp dökmüştür.


Bunlardan ürperti veren bir dramı aşağıda bulacaksınız:


Delikanlı genç kızı üniversitede görmüştür. Genç ve güzel kızın Öldürücü cazibesi delikanlıyı büyülemiştir. Kız da oğlanın gözün­de kendisini arzu ettiğine ve kendisine düşkün olduğuna dair sı­cak işaretler görmüştür. Genç kız yapacağını yapmış ve genç ile evlenmiştir. Delikanlı evlendiği kızın müslüman olduğunu san­maktadır.


Daha sonra ortaya çıkıyor ki genç kadın Bahailik ile ilgili dini gö­revlerini yerine getirmek üzere Bahailerin Kahire'deki toplantıları­na katılmaktadır. Bahailerin çılgın merasimlerinde bulunmaktadır.


Delikanlı eşinden bu davranışlarından vazgeçmesini, Allah'a iman etmeye dönmesini istiyor. Kadın bedeni güzelliğinin adamın bu başkaldırmasını yok edeceğine tam olarak güvenmektedir, inatla Bahailerle olan ilişkisini kesmeyeceğini söylüyor.


Bunun üzerine genç koca eşinin ailesinden yardım almak üzere onlara koşar adımlarla gidiyor. Eşinin ailesine vardığında kendisi­ni yıldırım gibi çarpan bir gerçekle yüz yüze geliyor; ailenin ta­mamı Bahailik zındıklığı içerisindedir!


Delikanlının gönül dünyasındaki huzur, korkunç bir fırtına ve şaş­kınlık rüzgarı ile sarsıldı; içine düştüğü bu vahşi fitnenin bedenin­de tutuşturduğu yangının alevlerine nasıl dayanacaktı? Kadın ya­tak odasında ona boyun eğiyor adete onu sarhoş ediyordu. Bu ka­dınla olan ilişkisinden dünyalar güzeli bir meyve meydana gel­mişti. Güzel bir kız çocuğuna sahipti. Bu çocuğun durumu ne ola­caktı? Gönlünün derinliğinden gelip kendisine Allah'ın cezasını hatırlatan uyarıcı sese kulağını nasıl tıkayacaktı?


Aldığı bir karar onu tatmin etti ve içindeki dalaşma sona erdi. Derhal mahkemeye başvurarak boşanma talebinde bulundu.


Karar ilamında da belirtildiği üzere mahkeme, kadının aldatıcı bir unsur katarak evliliği gerçekleştirmesi sebebiyle evliliğin sona er­diğine karar verdi. Bu aldatıcı unsur eğer önceden bilinse idi, de­likanlı evlenmeyecekti. Bu kusur, kadının Bahaiyye mezhebinde olduğunu gizlemesi idi.


Daha sonra Mısır'da Bahailiğin bel kemiğini kıran ve onun boz­gunculuğuna son veren dönem geldi.


Bu dönem ülkenin tüm inananlarım sevince boğdu. 1960 yılında Mısır'da toplantı yerlerinin kapatılmasına karar verildi. Böylece Baha­ilik faaliyetine son verilmiş oldu. Ayrıca tüm kurum, kuruluş ve kişile­re Bahailikle ilgili faaliyetler bu kararla yasaklandı.


Cenab-ı Hak Kur'an'ında buyurdu ki: (Rasûlüm!) De ki: "Hak geldi, batıl yıkılıp gitti. Zaten batıl yıkıl­maya mahkumdur. (İsra/81)


Bu kararın son bendlerinde, Bahai merkezlerinin sahip olduğ her türlü mülk ve maddi olanakların Kur'an-ı Kerim cemiyetlerine nakle­dilmesine karar verilmişti. O Kur'an ki alemlerin rabbi onun hakkında şöyle buyurur:


Şüphesiz ki bu Kur'an en doğru yola iletir. İyi davranışlarda bu­lunan müminlere kendileri için büyük mükafat olduğunu müjde­ler. (İsra/9)


Hz. Allah İslâm dinini ve kitabını muhafaza buyursun. O, (herşe-yi) işiten ve dualara icabet edendir.

Bu Bölümdeki(10) Diğer Sorular için aşağıdaki menüye bakınız↷↷↷
  • Tevhid
  • Kur'an
  • Sorularla İslam-10.Bölüm
  • Sorularla İslam-Bölümler
  • ☝📖 المحمية 📖☝


https://www.muhammediyye.org/

📖-المحمية علي الكتاب و السنة الصحيحة-📖

                   Öğrencilerimize önemli hatırlatma;


اعوذ بالله من الشيطان الرجيم

 بسم الله الرحمان الرحيم

 الحمد لله رب العالمين وحده لا شريك له و محمد رسول الله لا رسول و لا نبي بعده و الصلاة و السلام علي آله واهل بيته و اصحابه و امته اجمعين

Kovulmuş şeytandan,Her şeyin yaratıcısı tek rabb,tek ilah,tek gerçek egemen,rahman ve rahim olan Allaha cc sığınırız,her türlü kulluğun,ibadetin,itaatin,faydalı amellerin ve sözlerin tümü sadece ve sadece onun rızası içindir,salatü selam bütün peygamberlerin peygamberi  efendimiz,rehberimiz,önderimiz ve örneğimiz Hz Muhammed Mustafa aleyhi efzalussalati vesselama,aline,temiz ehli beytine,davası uğruna savaşan ashabına ve yolunda yürüyen ümmetine olsun.

Sitemizde yeralan çalışmalarımız;başta yüce kitabımız Kur'anı Kerim olmak üzere,temel İslami kaynakların anlaşılmasına yardımcı olmak üzere hazırlanmıştır.Bu çalışmalarda bizlerden ilgisini,yardım ve desteğini esirgemeyen kardeşlerimizden ve cümle müslümanlardan. Allah razı olsun.

   📖☝المحمدية علي الكتاب و السنة☝📖☝Muhammediyye☝📖

             S.Muhammed Kayaalp El-Haşimi Ks

الامام سيد محمد الهاشمي

Destek olmak isteyen kardeşlerimiz iletişim formundan bize yazınız,Allah razı olsun.S.Muhammed Kayaalp (el-Haşimi) Ks--Arapça Dersleri-İslami Sohbetler-Tevhid-Tefsir-Hadis-Fıkıh-Fetvalar-İrşadlar...↷↷↷↷




Bahailik İslâm'a Karşı Düzenlenmiş Bir Komplodur -SORU: Bahailiğin iç yüzü nedir? Bahailik karşısında İslâm'ın du­rumu nedir? Rating: 4.5 Diposkan Oleh: ☝الاامام سيد محمد هاشمي الموسوي☝المحمية

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.