Sorularla islamiyet-15->Cevap: Basiret kalbe ait bir nurdur ki kalb onunla görür ve hidayete erer, yolunu bulur. Basar ise göze ait bir nurdur ve onunla görür ve bakar. Basiret kelimesi beyan, apaçık delil, kendisiyle öğüt alınan ibret, marifet ve yakîn/kesin bilgi anlamlarında da kullanılır.
Müfessirler şöyle demişlerdir: Basiret kalbin inancı veya kesin olarak bir şeyi bilme ya da ilmi gerçeklerin kavrandığı bir kuvvet demektir. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur:
Doğrusu size rabbiniz tarafından basiretler gelmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de körlük ederse zararı kendinedir. Ben üzerinize bekçi değilim. (En'am/104)
Yani bu âyetler size akli ve kozmik belgeler olarak gelmiştir. Ebedi saadete ulaştıracak kesin ve gerçek inançlara bu belgelerle ulaşılır.
Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur:
De ki: "İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum. Ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzereyiz (basiret üzereyiz)." (Yusuf/108)
Bu Kur'an, rabbinizden gelen basiretlerdir (kalp gözlerini açan beyanlardır). İnanan bir kavim için hidayet ve rahmettir. (A'raf/203)
(Musa Firavun'a) "Pekala biliyorsun ki" dedi, "bunları birer ibret olmak üzere ancak göklerin ve yerin rabbi indirdi." (İsra/102)
İbret manasını verdiğimiz keliînenin aslı besair/basiretler'dir.
Akıl ve basiret sahibi kimseler, eski çağlardan beri basireti (kalbin görmesini) basara (gözün görmesine) tercih ederler ve şöyle derler: Musibet, basarın yokluğunda değil, basiretin yokluğundadır, yani felaket, gözün körlüğü değil, kalbin körlüğüdür. Eski bir atasözü vardır: "Nice kör vardır ki, doğruyu bulur". Kur'an-ı Kerim'deki şu âyet-i kerime bu gerçeği dile getiriyor:
Yalnız gözler kör olmaz, fakat göğüslerde olan kalpler de körleşir. (Hac/46)
Bu sebeple nazar (görüş) kelimesinin halk arasında daha çok gözle görmek anlamında kullanıldığını, aydınlar arasında ise daha çok düşünmek, bilgi ve marifet anlamında kullanıldığını görüyoruz.
1956 yılında Körlerin Dünyasında isimli kitabın birinci cildinde şunları söylemiştim: "Kur'an'ın çoğu yerde kör kelimesiyle gözleri kör olanları kastetmediğini, bununla manevi bir körlüğü, kalp körlüğünü veya akıl ve ruh körlüğünü kastettiğini görürüz. İbn Manzur Lisanü'l-Arab'ta şöyle der: Filan kimse kalb yönünden filan kimseden daha kördür, denilir, fakat gözü onun gözünden daha kördür denilmez. "Ne kadar da kördür" sözüyle, "Kalbi ne kadar da kapalıdır" anlamı kastedilir. Çünkü bu söz daha çok dalalette/sapıklıkta olan kimselere nisbet edilir, onlar için kullanılır. Kalbi kör olduğu zaman bir kimseye "kor adam" denilir. Körlük ise kalb gözünün kapanmasıdır. Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de ne zaman bir körü anmış ve onu kötülemişse, onunla kalp körlüğünü kastedmiştir. Aşağıdaki âyetler ve benzerleri bunun isbatıdır:
Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de körlük ederse zararı kendisinedir. (En'am/104)
İşte Allah'ın lanetlediği, sağır kıldığı ve kalp gözlerini kör ettiği kimseler bunlardır. (Muhammed/23)
Ey Muhammed! Sana rabbinden indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, onu bilmeyen kalp gözü kör olana benzer mi? (Rad/19)
Bu dünyada (kalbi) kör olan, ahirette de kör ve hatta daha şaşkındır. (İsra/72)
Arablar eskidenberi göz körlüğüyle iftihar ederlerdi. İşte Kureyş şairi gözleri kör olan Kureyş soylularının isimlerini saydıktan sonra şöyle der:
Senin derdin iyi bir derttir, seni kötü etmez Uyuklama temennisiyle seni geceletmez. Saygın bir derttir, korma, çünkü salgın değil Hamdolsun Allah'a nimetleri hep O'ndan bil.
Cahız el-Bursan ve'i-Arcan ve'î-Amyan ve'l-Havlan (Alacalılar, Topallar, Körler ve Şaşılar) isimli kitabında bu konuya temas eder. Bu kitabı ilk defa Daru'l-İtisam isimli yayınevi yakın bir zaman önce Prof. Muhammed Mersi el-Huli'nin tahkikiyle birlikte yayınladı.
Cahız bu kitabında gözü görmeyen büyük adamların diğerlerinden daha çok olduğunu da zikreder. Onların içinde bir topluluk vardır ki gözleri gören kimselerden daha çok idrak ve anlayış sahibidirler.
Bizi burada ilgilendiren, gözlerini kaybeden, bununla beraber basiretleri açık olan ve bu sayede önemli mevki ve makamlara gelen sa-habileri tanımaktır. Gözlerinin kör olması, hayatta başarılı olmalarını, sürekli ilerlemelerini engelleyememiştir.
Mesela Hz. Peygamber'in amcası el-Abbas ibn Abdulmuttalib bunlardan biridir. O gözlerini kaybetmesine rağmen büyük bir şahsiyet olarak hayatını devam ettirmiştir. Hatta İbn Hacer, ei-tsabe isimli eserinde sahabilerin, Abbas'ın faziletini kabul ettiklerini ve onunla istişare edip görüşünü aldıklarını zikreder.
Abbas, hazır cevaptı, soru sorana nazikçe cevap verirdi. Verdiği cevaplar doğru ve doyurucu olurdu. Birisi kendisine şöyle sormuştu: "Sen mi daha büyüksün, yoksa Hz. Peygamber mi daha büyük?"
Abbas ona şöyle cevap vermişti: "Şüphesiz Rasûlullah (s.a) benden büyüktür, fakat ben ondan önce doğdum."
İnsanlar kıtlığa maruz kalmışlardı. Hz. Ömer, dua etmesi için Ab-bas'ı çağırdı. Abbas, ayağa kalktı ve irticali olarak şu derin manalı güzel duayı yaptı:
Allahım! Senin katında bulut varsa, senin katında su varsa, bulutu yay ve içindeki suyu üzerimize indir. Onunla kökü sağlamlaş-tır, dalı uzat, memeyi sütle doldur. Allahım! Sen bir günah olmadıkça belayı indirmezsin, tevbe olmadıkça onu kaldırmazsın. Bu millet benimle sana yöneldi. Yağmurunla bizi sula. Allahım! Bunu kendimiz ve çocuklarımız için işitiyoruz. Allahım! Bize bol bol ve yararlı yağmurlar indir. Allahım! Biz yalnız senden isteriz, başkasına dua etmeyiz, başkasından istemeyiz. Allahım! Bütün açların açlığını, bütün çıplakların çıplaklığını, bütün korkanların korkusunu ve bütün zayıfların zayıflığını gider!
Sanki Abbas -basiret ile- rabbine yakarmanın sebeplerine bağlanmış gibidir. Allah Teâlâ onun duasını kabul eder ve az sonra bir yağmur sağnağı boşalır. İnsanlar onun hakkında şöyle demeye başlarlar: Mekke ve Medine'nin sulayıcısı.
Bir başka örnek Abdullah ibn Abbas'tır. Kur'an'ın tercümanı ve bu ümmetin büyük âlimi.. Halifelerin babası, Hz. Peygamber'in (s.a) am-cazedesi.. O da gözlerini kaybetmiş fakat basiretini kaybetmemişti. Ömer ibn el-Hattab -ki tam bir insan sarrafıdır- İbn Abbas hakkında şöyle der: "İbn Abbas olgun bir gençtir. Onun sorgulayan bir dili, akıllı bir kalbi vardır."
Bu ifade, Abdullah ibn Abbas'ın ulaştığı makam ve rütbeyi en açık bir şekilde gösteren bir nitelemedir.
Tabiinden Ubeydullah ibn Utbe diyor ki: "Hz. Peygamber'in sünnetini, Hz. Ebubekir, Hz.Ömer ve Hz. Osman'ın verdiği hükümleri İbn Abbas'tan daha iyi bilen başka kimseyi bilmiyorum. Fıkhı, Kur'an tefsirini, Arab dilini, şiiri, hesabı ve feraiz ilmini ondan daha iyi bilen kimse yoktur. Bir gün fıkıh oturumu, bir gün tefsir oturumu, bir gün meğazi oturumu, bir gün şiir oturumu, bir gün de Arablarm önemli günleriyle ilgili oturum düzenlerdi ve bilgi verirdi. Onun kadar kendisine saygı gösterilen ve sorulan soruya onun kadar ilmi cevap veren başka bir âlim görmedim."
İbn Abbas'ın zekasına ve aklına delalet eden örneklerden birisi de şu olaydır: Bir gün Muaviye ibn Ebi Süfyan kendisini küçümseyerek şöyle der:
— Niçin gözlerinize hastalık isabet ediyor, ey Haşim oğullan? İbn Abbas ona hiç vakit geçirmeden şu iğneleyici cevabı verir:
- Sizin basiretlerinize hastalığın isabet etmesi gibi ey Ümeyye oğullan.
Muaviye artık hiçbir şey söyleyemedi.
İbn Abbas, Allah Teâlâ'nın kendisinden gözlerini almasına karşılık, ondan daha hayırlısını verdiğini biliyordu. Bu sebeple şöyle demiştir:
Allah gözlerimin nurunu almışsa bile Onların nuru dilimde ve kulağımdadır. Kalbim zekidir, aklımın sağlığı yerinde Ağzımdaki keskindir kılıç gibi, dolaşır dilden dile.
İbn Abbas'ın göğsünde parlayan bu basiret, zihnindeki bu ilim Hz. Peygamber'in (s.a) onun için yaptığı duanın bir sonucudur. İmam Buharî'nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a) İbn Abbas'ı göğsüne yaslamış ve şöyle demiştir: "Allahım! Ona Kitab'ı ve hikmeti öğret!"
Gözleri âmâ bir sahabi daha vardır, bu sahabi Allah'ın özel korumasına mazhar olmuş, hakkında onu âmâ diye vasıflandıran Kur'an âyeti bile nazil olmutur. Bu sahabi Abdullah b. Ummii Mektum'dur. Gözlen kör olmasına rağmen İslâm'a ilk girenlerdendir. Dini ve rabbi uğrunda pek çok sıkıntıya tahammül etmiştir. Bu yüzden Mekke'den Medine'ye hicret etmiştir. Sesi güzeldir, vurgu ve nağmeleri tatlıdır. Bu sebeple Rasûlullah (s.a) kendisini müezzinlikle görevlendirmiştir.
Onun hakkında şu âyetler nazil olmuştur:
Yanına kör bir kimse geldi diye Peygamber yüzünü asıp çevirdi. Ey Muhammed! Ne bilirsin, belki de o arınacak; yahut öğüt alacaktı da bu öğüt kendisine fayda verecekti. Ama, sen kendisini öğütten müstağni gören kimseyi karşına alıp ilgileniyorsun. Onun arınmak istememsinden sana ne? Sen, Allah'tan korkup sana koşarak gelen kimseye aldırmıyorsun. Dikkat et bu Kur'an bir öğüttür. (Abese/1-11)
Ayetlerin işaret ettiği bu durum, İbn Ümmü Mektum'un kuvvetli bir kişiliğe sahip olduğunu gösterir. İlim Öğrenmek ve dinde derinleşmek maksıdyla Hz. Peygamber'e koşarak gelir ve o esnada Hz. Pey-gamber'le konuşmakta olan Mekke eşrafına aldırış etmeksizin yüksek sesle ona şöye der: "Ya Rasûlullah! Beni okut ve Allah'ın sana öğrettiği şeylerden bana öğret!"
Ayetler onu kendisini temizlemek ve Öğüt almak isteyen, bunun için koşarak gelen ve Allah'tan korkan bir kimse olarak nitelendiriyor. Bunlar ne güzel niteliklerdir.
Allah Teâlâ onun yüzünden Peygamberini kınamıştır. Bunun içindir ki Rasûlulah (s.a) Abdullah ibn Ümmü Mektum'u gördüğü zaman ona şöyle iltifat ederdi:
Merhaba ey kendisi yüzünden rabbimden azar işittiğim kişi. Bir ihtiyacın var mı? Karşılayalım. Bir şey istiyormusun?
Rasûlullah (s.a) savaşlara çıktığı esnada onu Medine'de onüç defa kendi yerine vekil bırakmıştı. Veda Haccı için Medine'den ayrıldığında da onu vekil bırakmıştı. Onun sadece iki defa vekil bırakıldığına dair bazı kaynaklarda verilen bilgiler sağlam değildir. İmam Nevevi Tek libü'l Esma ve'l-Luğat isimli kitabında buna işaret etmiştir.
İbn Uramü Mektum gözleri âmâ olmasına rağmen, Fedaiyyunefi Tarihi'l-İslâm (İslâm Tarihindeki Büyük Fedailer) isimli kitapta verilen bilgilere göre kahramanlığıyla da tanınan bir kişi idi. Üzerine vacib olmadığı halde savaş meydanında bulunup çatışmaya fiili olarak katılmayı çok arzu ediyordu. Müslümanlarla düşmanları arasındaki çok önemli savaşlardan birisi olan Kadisiye muharebesi esnasında önüne böyle bir fırsat geldi. Savaş meydanına çıktı ve gözleri görmediği halde o savaşta sancağı taşıdı. Şöyle diyordu: "Sancağa doğru gelin, çünkü ben âmâyım, kaçamam beni safların arasında tutun."
Bu âmâ mücahid basiretinin nuruyla yolunu aydınlatarak savaştı. Nihayet savaş meydanında basiret sahibi bir müminin âza noksanlığına teslim olmadığını, aksine ölünceye kadar basiretiyle vuruştuğunu isbat ettikten sonra şehitlik nimetine nail oldu.
Bir başka örnek Peygamber'in şairi Hassan ibn Sabit'tir. Hassan'ın da gözleri âmâ olmasına rağmen basiretinin nuruyla Hz. Peygamber'i en güzel şekilde savunmuş, müşrik şairlerin iddialarını, iftira ve yalanlarını güzelce çürütmüş, İslâm'a ve dinin prensiblerine övgüler yağdırmıştır. Hz. Peygamber (s.a) Hassan ibn Sabit'in bu büyük gayretini hissetmiş ve şöyle demiştir:
Şüphesiz ki Allah Teâlâ, Hassan ibn Sabit'in Rasûlullah'ı müdafaasını Cebrail ile destekliyor.
İslâm şairi Hassan'a Hz. Peygamber şöyle derdi: Cebrail seninle beraberdir. Bir seferinde de şöyle demişti:
Söyle, Cebrail seni destekler.
Birinci halife Hz. Ebubekir'in babası Ebu Kuhafe'nin de gözleri görmezdi. Fakat onun basiretinin nuru isabetli görüşlerinde ve güzel sözlerinde kendisinin yardımcısıydı. Mesela Hz. Peygamber'in vefatını işitince: "Önemli bir olay" demiş, az bir müddet sükut etmiş sonra şöyle sormuştu: "Ondan sonra idareci kim oldu?" Şöyle cevap verdiler:
- O işi senin oğlun Ebubekir üstlendi. Tekrar dikkatle sordu:
- Abdumenafoğulları ve Muğireoğulları bu işe razı oldular mı?
- Evet.
- Allah'ın verdiğine hiç kimse mani olamaz, Allah'ın engellediğini hiç kimse veremez.
Bu konuşma Ebu Kuhafe'nin zekasını gösterir. Oğlunun yeni makamındaki konumunu sağlam görmek istemektedir. Bu sebeple el-Ak-kad Abkariyyetü's-Sıddtk isimli kitabında bu durumu şöyle ifade eder: "Bu onun iyi huylulukla yoğrulmuş bir deha olduğunu gösterir."
Âmâ sahabilerden birisi de Ümeyye ibn el-Eşkür el-Kinani el-Leysi'dir. Ümeyye, kavminin ileri gelenlerindendi. Gözleri görmez olmuştu. Kilâb isimli bir oğlu vardı. Hz. Ömer'in halifeliği döneminde oğlu kendi isteği ile savaşa gitmişti. Ümeyye oğlunu şiddettle arzula-dı. Gözleri görmüyordu, rehberine, elinden tutmasını ve kendisini Mescid'de halifenin bulunduğu yere kadar götürmesini emretti. Halifenin huzuruna geldiğinde aşağıdaki beyitleri okudu:
Ey beni kınayan kişi, haksız yere kınadın Sen bilmiyorsun benim başıma gelenleri Eğer kınadıysan, Kilâb'ı bana geri getir Çünkü o Irak'a doğru yöneldi. Yiğitler yiğididir bolluk ve darlıkta Güçlü bir destektir kavuşma zamanında
Vallahi hiç aldırmadın sana olan sevgime Kalbim seni özler ve hep senin iştiyakında Beni sen ısıtırsın kışın soğuğunda Göğsüme yaslanıp bana sarıldığında Sevginin şiddeti kalbi parçalamış olsaydı Kalbim hüzünle dolardı infilakında Faruk'tan yardım isteyeceğim bir reistir o, Hacıların yöneldiği gibi Arafat Bisak dağında Allah'a yalvarırım niyazım yalnız O'nadır. Mekke vadisinde, onun Difak'ında Faruk göndermedi Kilâb'ı iki ihtiyara Zeval kuşu ah u figan eder feryadında.
Hz. Ömer bu şiiri dinleyince ağladı. Çünkü sevgi ve özlemle yanıp tutuşan, duygularını böylesine etkili ve derin üslupla ifade eden âmâ bir adamın bu şiiri terennüm ettiğini görüyordu. Kilâb'ı savaş cephesinden getirtti ve ona şöyle sordu:
- Babana hangi iyiliği yaptın?
- Ben daima onu tercih ederdim ve ihtiyaçlarını karşılardım. Onun için süt sağmak istediğim zaman, develerinin içinden en sütlü olanın yanma gelir, onu serbest bırakır, bir yerde duruncaya kadar onu terkederdim. Sonra memeleri soğutuncaya kadar yıkar, sonra onun için sütü sağar ve kendisine içirirdim.
Hz. Ömer Ümeyye'ye birisini gönderir, Ümeyye gelir ve orada hazır bulunur. Fakat halife onu oğlunun görmediği yerde bekletir.
Sonra Hz. Ömer, Ümeyye'ye şöyle sorar?
- Nasılsın ya Eba Kilâb (Kilâb'ın babası)?
- Gördüğün gibiyim, ey mü'minlerin emiri!
- Bir ihtiyacın var mı?
- Evet, ben Kilâb'ı görmeyi, onu koklamayı ve ölmeden önce onu bağrıma basmayı istiyorum.
Hz. Ömer tekrar ağlamaya başlar ve şöyle der:
- İnşallah bu konuda istediğine kavuşacaksın.
Sonra Hz. Ömer, Kilâb'a önceki yaptığı gibi babasının devesini sağmasını emreder. Süt kabını alır, Ümeyye'ye götürür ve şöyle der:
- İç bunu Ümeyye!
Ümeyye süt kabını alınca ağzına yaklaştırır ve şöyle diyerek bağırır:
-Vallahi ey mü'minlerin emiri, ben bu kapta Kilâb'm ellerinin kokusunu hissediyorum.
Ömer yine ağlamaya başlar. Kilâb'm getirilmesini emreder. Kilâb'ı getirirler. Hz. Ömer Ümeyye'ye der ki:
- İşte Kilâb yanında, onu sana getirdik. Ümeyye yerinden sıçrar, oğlunu kucaklar, öpmeye ve koklamaya başlar, duruma şahit olan Ömer ve orada bulunanlar ağlarlar.
Burada âmâ bir babanın oğlunun kaptaki kokusunu, o kabı sadece eline alıvermekle tanıyabilen hassas duygusunu açıkça müşahede ediyoruz. Bu bize Yakub (a.s) ile Yusufun durumunu hatırlatıyor. Oğlunun ayrılığına üzüldüğü için Yakub'un (a.s) gözlerine ak düşmüştü. Yusuf (a.s) babasına gömleğini gönderdiği zaman, Yakub (a.s) oğlu Yusufun kokusunu hissetmişti
Kur'an-ı Kerim, bu olayı şöyle anlatır:
"Şu gömleğimi götürün, babamın yüzüne sürün; görmeye başlar; bütün çoluk çocuğunuzla bana gelin!" Kervan, memleketlerine dönmek üzere ayrıldığında, babalan: "Doğrusu, ben Yusufun kokusunu duyuyorum; ne olur bana bunak demeyin" dedi. (Yusuf/93-94)
Abdullah ibn el-Erkam isimli sahabinin de gözleri görmezdi, bununla beraber onurlu ve kanaatkar bir kişi olarak yaşadı. Basireti ile hidayeti buldu, Allah ona gözlerinin nuruna karşılık basiret nuru ihsan etti. Hz. Osman ona hediye olarak üçbin dirhem göndermişti. Fakat Abdullah takvası ve iffetinden dolayı bunu kabul etmedi.
Gözlerinin değil, basiretinin nuruyla gören sahabilerden birisi de Ebu Abdirrahman Said ibn Yerbu el-Mahzumi'dir. Edeb, zevk ve nezaket sahibi bir kişidir. Bir defasında Rasûlullah (s.a) kendisine "Hangimiz daha büyük, ben mi, sen mi?" diye sormuştu.
O şöyle cevap verdi "Sen benden büyüksün, ben yaşlıyım." Rasû-lullah'a karşı bir nezaketsizlik olmasın diye "ben senden yaşlıyım" demedi, sadece "ben yaşlıyım" dedi.
Bazılarımız bu tür cevapları şimdi de verebilir. Çünkü biz buna benzer şeyleri ya okuduk veya işittik ve öğrendik. Fazilet öncü olana aittir. Çünkü o önderdir ve ilk defa yapandır. Bu güzel cevap yaklaşık binüçyüz sene önce söylenmiş bir sözdür. Biz bunun benzeri bir cevabı daha önce el-Abbas ibn Abdulmuttalib'e nisbet ederek de nakleşmiş-tik. Allah hepsinden razı olsun.
Bir diğer örnek Umeyr ibn Adiy el-Hutami'dir. Gözleri âmâ bir sa-habidir. Asma bintu Mervan isimli suçlu ve lanetli bir kadını öldürmüştür. Bu kadın kafir, müşrik ve lanetli bir kadındır. Sanki bir şeytandır. Sadece şirk ve küfür ile yetinmemiş, İslâm'a saldırmaya ve Rasûlul-lah'a sövmeye de başlamış, Hz. Peygamber'in öldürülmesini ve ortadan kaldırılmasını açıktan teşvik etmiş ve bu maksatla şiir söylemiştir.
Umeyr ibn Adiy, İslâm'a, Peygamber ve müsîümanlara olan saygısından dolayı ona çok kızmış, basiretinin aydınlığından kadına gitmiş ve geceleyin onu öldürmüştür. Sonra geri dönmüş, Hz. Peygamberle birlikte sabah namazını kılmış ve yaptığı şeyi Hz. Peygamber'e haber vermiştir. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) şöyle demiştir:
İki keçi gece toslaşmaz.[100]
Hz. Peygamber'den böyle bir söz ilk defa işitilmiştir. Rivayete göre Hz. Peygamber kendisine Umeyr el-Basir (gören Umeyr) ismini vermiştir.
Ömer ibn el-Hattab'ın cahiliye döneminde Züneyra ismli bir cariyesi vardı. İslâm güneşi cihanı aydınlattığında bu cariye de Allah'ın dinine koştu ve henüz müslüman olmayan Ömer'in karşı çıkmasına aldırış etmedi. Bu yüzden kavmi ve onlarlara beraber henüz müslüman olmayan Ömer onu işkenceye tabi tuttular. Hatta o kadar ki bu yüzden gözlerini kaybetti. Fakat o haline razı olup başına gelen bela ve musibetlere aldırmayarak ve karşılığını Allah'tan umarak bütün bunlara sabretti. Gözlerini kaybettikten sonra basiret nuruyla (dünyasını) aydınlattığına işaret eden şu sözleri söylemiştir: "Gözlerim kapandı, kalbim açıldı". Ne güzel bir söz!
Hz. Ebubekir bu cariyeyi satın aldı ve Allah rızâsı için hürriyetine kavuşturdu.
Kaderlerinin kendilerini gözden mahrum bıraktığı fakat buna karşılık daha kıymetlisini, basiret nurunu onlara bahşettiği bu büyük şahsiyetlere selam olsun. Basiret, basardan (gözden) daha kalıcı ve daha kıymetlidir.
- Tevhid
- Kur'an
- Sorularla İslam-15.Bölüm
- Sorularla İslam-Bölümler
- ☝📖 المحمية 📖☝
☝https://www.muhammediyye.org/☝
📖-المحمية علي الكتاب و السنة الصحيحة-📖
Öğrencilerimize önemli hatırlatma;
اعوذ بالله من الشيطان الرجيم
بسم الله الرحمان الرحيم
الحمد لله رب العالمين وحده لا شريك له و محمد رسول الله لا رسول و لا نبي بعده و الصلاة و السلام علي آله واهل بيته و اصحابه و امته اجمعين
Kovulmuş şeytandan,Her şeyin yaratıcısı tek rabb,tek ilah,tek gerçek egemen,rahman ve rahim olan Allaha cc sığınırız,her türlü kulluğun,ibadetin,itaatin,faydalı amellerin ve sözlerin tümü sadece ve sadece onun rızası içindir,salatü selam bütün peygamberlerin peygamberi efendimiz,rehberimiz,önderimiz ve örneğimiz Hz Muhammed Mustafa aleyhi efzalussalati vesselama,aline,temiz ehli beytine,davası uğruna savaşan ashabına ve yolunda yürüyen ümmetine olsun.
Sitemizde yeralan çalışmalarımız;başta yüce kitabımız Kur'anı Kerim olmak üzere,temel İslami kaynakların anlaşılmasına yardımcı olmak üzere hazırlanmıştır.Bu çalışmalarda bizlerden ilgisini,yardım ve desteğini esirgemeyen kardeşlerimizden ve cümle müslümanlardan. Allah razı olsun.
📖☝المحمدية علي الكتاب و السنة☝📖☝Muhammediyye☝📖
S.Muhammed Kayaalp El-Haşimi Ks
الامام سيد محمد الهاشمي
Destek olmak isteyen kardeşlerimiz iletişim formundan bize yazınız,Allah razı olsun.S.Muhammed Kayaalp (el-Haşimi) Ks--Arapça Dersleri-İslami Sohbetler-Tevhid-Tefsir-Hadis-Fıkıh-Fetvalar-İrşadlar...↷↷↷↷
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.