Sorularla islamiyet-15->Cevap: İnanıyorum ki bu konu İslâm'ın yasama tarihine süratli bir gözatmayı gerektiren bir konudur. İsiâm herşeyden önce Kur'an'da temsil edilen bir dindir. Kur'ah, bu en son ve kapsamlı davetin temel düsturudur. Onun bir açıklayıcısının, tebliğ ve tefsir edicisinin olması
gerekir. Bu ise Allah'ın kendi mesajı için seçtiği, emanetin sorumluluğunu yüklediği ve kendi kudretiyle yetiştirdiği yüce Peygamberdir. Allah peygamberliği kime lütfedeceğini iyi bilendir. Peygamberin etrafını seçkin bir sahabe topluluğu kuşatmıştır. Bu toplululuk dini ondan Öğrenip nübüvvet nuruyla aydınlanmışlardır. Bu sebeple Peygamber'in (s.a) sünnetinin yanında fıkıhçilann "sahabe kavilleri" ismini verdikleri sözler de delil olarak yerini almış bulunmaktadır.
Sahabilerden sonra tabiiler ve tebe-i tabiiler nesli gelir. Bunların hepsinin İslâm fıkhı alanında takdire ve anılmaya değer çalışmaları vardır. Hepsi de (ilmi) Rasûlullah (s.a)'den almak için uğraşmışlardır. Sonra fıkıh mezhepleri ortaya çıkmış, bu mezhepler genişlemiş ve pek çok ayrıntılı konuya girmişler, görüşler ortaya koymuşlardır. Artık elimizde büyük bir fıkıh, yasama ve dini hükümler mirası vardır,
İslâm toplumu bundan yüzlerce sene sonra içten ve dıştan bir takım saldırı ve fitnelerle karşı karşıya kaldı. Bu saldın ve fitneler karşısında müslümanlann bu fıkıh mirasını korumaları ve onu yüceltmeleri gayet normaldir. Müslümanlar başlarına gelen tökezleme döneminden sonra yeniden ayağa kalkmaya başladılar. İçimizden ictihad edilmesi gerektiğini açık açık savunanlar ortaya çıktı. Çünkü hayat değişmiştir. Toplumda yeni yeni olay ve durumlar ortaya çıkmıştır. Pek tabiidir ki şartlarına, sınır ve kurallarına bağlı kalındığı müddetçe içtihad çağrılarının gayesi İslâm'a hizmettir. Allah Teâlâ'nın dininin yüceltme konusunda bunun pek çok yaran ve semeresi olacaktır. Fakat geçen yüzyılda ve bu yüzyılın başında gerek Mısır'da, gerekse Mısır dışında İslâm'ın önemli şahsiyetleri tarafından, büyük bir ihtimalle iyi niyetlerle başlatılan bu çağrıyı İslâm düşmanları fırsat bildiler. İslâm'ın binasını yıkmak için buna dayanmak istediler. Çünkü onlar önce şunu söylemeye başladılar: Gerek dört mezhebin, gerekse dört mezhebin dışındaki mezheplerin içerisine mezhep mensupları tarafından pek çok görüş ve yeni fikirler sokuşturulmuştur. Bu sebeple bu mezheplere itibar etmemek gerekir. Biz bunlara karşı dedik ki: Bu mezheplerin içerisinde mezhep taraftarlarının ve sonradan gelen kimselerin görüşleri ve düşünceleri varsa bu mezheplerin aslında mevcuddur. Bizim bu asla dönmemiz mümkündür, bu mezhep imamları, ilmi Hz. Peygamber (s.a)'den (yani sünnetinden) ve Kur'an-i Kerim'den almışlardır. Biz böyle söyleyince onlar bu sefer şöyle demeye başladılar: "Bu imamların hepsi insandır, hata da isabet de edebilirler. O halde onların görüşlerini kutsallaştırmama-mız, kayıtsız şartsız teslim olmamamız ve yüceltmememiz gerekir."
İddialarına göre bizim Şafii'nin, İbn Hanbel'in, Mâlik'in ya da Ebû Hanife'nin görüşüne dayanmamız gerekmez. Biz alacağımızı, bunların hepsinin imamı olan Hz. Peygamber'den almalıyız. Maalesef içimizde bu düşünceyi kabul edenler ve sözün zahirine aldanıp peşinden gidenler bulunmaktadır. Bunlar meselenin müctehidlerin de müracaat kaya-nağı olan Peygamber'in sünnetine dönmek olduğuna inanırlar ve onlar, o kaynaktan nasıl almışlarsa bizim de aynı şekilde alabileceğimizi söylerler. Bunlar daha sonra sünneti de yıkmak için çalışmaya başladılar. Halbuki bu kimseler yakın veya uzak geçmişte bize sünnete sarılmamızı, ona dayanmamızı ve mezhep imamlarının ve fıkıhçıların görüşlerini terketmemizi salık veriyorlardı.
Ben inanıyorum ki, bu hücumların önündeki kapı açıldığı zaman bir sonraki merhalede bizzat Kur'an-ı Kerim de bu saldırılara hedef olacaktır. Onların Kur'an hakkındaki söyleyecekleri şudur: "Kur'an bedevi bir toplum için veya bir çöl toplumu için uygun olsa bile çağdaş bir toplum için uygun değildir." Nitekim İslâm düşmanlarından bazıları böyle söylüyorlar. Halbuki Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır:
Bu FCur'an'ı biz indirdik, elbette onun koruyucusu da biziz.
Bundan dolayıdır ki sünnete karşı kurulan tuzakların tehlikesi yavaş yavaş hissedilmeye başlamıştır. Ve şu soru dillerde dolaşmaktadır: Sünnetin bir vahiy özelliği var mıdır ki, Kur'an'ın açıklayıcısı veya hükmüyle onun tamamlayıcısı olsun? Bu hükme göre Hz. Peygamber'in sünneti olduğu kesinleşen şeyler bizim için bir kanundur ve o konuda herhangi bir görüş ileri sürülmez. Çünkü nassın olduğu yerde ictihad olmaz. Kavram bilimciler sünnet hakkında farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Lügat açısından sünnetin yol anlamına geldiğini görüyoruz. Sünnete uyanlar ve uymayanlar açısından ise sünnet, bidatin zıddıdır. Fakat burada sünnetin bizi ilgilendiren anlamı fıkhı açıdan ne demek olduğudur. Bu anlamda sünnet, Hz. Peygamber (s.a)in sözleri, fiilleri ve takrirleridir. Burada vahiy ile kastedilen mana üzerinde de anlaşmamız gerekir. Onlar zannediyorlar ki vahiy ile kastedilen, indi-rilişinde ve Rasûlullah'a bildirilişinde Kur'an özelliği taşıyan şeylerdir. Vahy sadece Kur'an'dan ibarettir. Çünkü Cebrail bu Kur'an ayetlerini hem lafız, hem de manasıyla Hz. Peygamber'e indirmiştir. Kur'an'ın hem lafzı, hem de manası mütevatirdir. Onda bir değişiklik yapmamız mümkün değildir. Halbuki bazı âlimlerin görüşüne göre Peygamber'in hadislerini bir takım şartlarla da olsa mana olarak rivayet etmek caizdir. Bu şartlar da mananın değişmemesi içindir.
Vahiy, onların bu zannettiklerinden ibaret değildir. Çünkü vahiy, ilim adamlarının tarifine göre Allah Teâlâ'dan herhangi bir peygamberine kesin bir bilgi oluşturacak şekilde ve gizli bir yolla seri bir hükmü veya haberi bildirmesidir. Kendisine vahyedilen peygamber bu bilginin doğru ve gerçek olduğuna ve Allah tarafından indirildiğine kesin olarak inanır. Vahiy bazen ilham yoluyla, bazen bir perde arkasından konuşmak şeklinde olur. Nitekim Cenab-ı Hak Hz. Musa'ya ve Mi-raç'ta Hz. Muhammed'e bu şekilde vahyetmiştir. Vahiy bazen de Allah'ın elçisi Cebrail vasıtasıyla indirilir. Manası ve lafzıyla sünnetin îa-mamı-nm Cebrail vasıtasıyla Allah katından geldiğine kanaat getiremesek bile (en azından) sünnetin bir bölümü ilham manasındaki vahyin kapsamına girebilir.
Bizim inancımıza göre sabit/kesin ve sahih sünnetin tamamı Allah katından gelen bir vahiydir. Onu Hz. Peygamber'e (s.a) Cebrail indirmiştir. Mütevatir olan, okunmasıyla ibadet edilen ve kıyamete kadar (hiçbir değişikliğe uğramadan) varlığını devam ettirecek olan Kur'an ayetleriyle, bu ayetleri beşer tatbikatı ve uygulaması bir takım hükümlere dönüştüren Peygamber'in tefsin arasındaki farkın belli olması için vahyin bu bölümünü yani sünneti Hz. Peygamber kendisine ait lafızlarla ifade etmekle yükümlü kılınmıştır. Sünnetin bir vahy olduğuna dair Kur'an'da, sünnette, sahabe ve fıkıhçüarın uygulamalarında deliller olduğunu görüyoruz.
Sonra Raşjt halifeler (Allah hepsinden razı olsun) dönemine geldiğimiz zaman, onlardan birisinin, bazı kimselerin söz ve tasarruflarına çok hiddetlendiğini, onların yakasına yapışıp bu yaptıkları veya söylediklerinin Rasûlullah'tan nakledildiğine dair bir kanıt getirmedikçe onların yakasını bırakmadığını görüyoruz. Halife bu söz veya fiili Rasûlullah söylemiştir veya yapmıştır diye kabul ediyor ve boyun eğiyordu. Bu, Raşit Halife'nin sünnetin Hz. Peygamber'e ait bir ictihad değil, Allah'tan alınmış bir vahy olduğuna inandığını gösteren bir delildir. Bu sebeple akıl ona boyun eğmek mecburiyetindedir. Ümmetin içindeki en küçük insan sünnete boyun eğdiği gibi onların en büyüğü olan halife de boyun eğmiştir.
Müctehit imamların da hem hadisle hem de kıyas ve rey ile amel ettiklerini görüyoruz. Hadis ve nakil ekolünün yanında bir de rey ve akıl ekolünün ortaya çıktığını biliyoruz. Fakat yine biliyoruz ki bu müctehit ve fıkihçılardan hangisi olursa olsun bir görüş veya kuralı ortaya koyduktan ya da bir düşünceyi kabul ettikten sonra, daha önce görmedikleri ve duymadıkları sahih bir hadisle karşılaştıkları zaman hemen o hadise itaat eder ve önceki görüşlerinden derhal dönerlerdi. Rey ekolünün imamı/önderi olan İmam-ı Azam Ebu Hanife kıyas ve reyde en üst mertebeye ulaşmış olmasına rağmen şöyle derdi: "Nassın (ayet ve sahih sünnetin) karşısında içtihada yer yoktur." Ebu Hanife kendi mezhebinde bir kural koyduktan ve kendi görüşünü açıkladıktan sonra o konuyla ilgili sahih bir hadisle karşılaştığı an derhal kendi görüşünden vazgeçer ve hadise dönerdi. İmam Şafii de aynı şeyi yapardı.
Sünnetin vahiy olmadığını söyleyenler şu ayet-i kerimeyi delil gösterirler:
Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. (En'am/38)
Müfessirlerden pek çoğu, buradaki kitaptan kasdm Levh-i Mahfuz olduğu görüşündedirler. Konuyu tartışmak için buradaki kitapla kastedilenin Kur'an olduğunu kabul etsek bile bu, Kur'an'ın büyük küçük her şeyi, açıklanması Rasûlullah'a bırakılan bütün teferruatı ve ayrıntıyı zikredeceği anlamına gelmez. Bunun anlamı, kişisel ve sosyal faaliyetlerinde ümmetin ihtiyacı olan esasları, kuralları ya da hükümleri ihmal edip eksik bırakmadık demektir.
Sünnetin vahiy olmadığını söyleyenler şu hadisi de delil olarak gösterirler:
Size benden ulaşan şeyleri Kur'an'a arzedin. Eğer Kur'an'a uyuyorsa onu muhakkak ben söylemişimdir. Kur'an'a aykırı ise onu ben söylememişimdir. Allah bana hidayet etmişken ben Kur'an'a aykırı bir şeyi nasıl söyleyebilirim?
Hadis bilginleri bu hadisi reddettiler ve mevzu/uydurma olduğuna hükmettiler.
Bütün bunlardan sonra sünnetin misyonunu/görevini açıklayalım. Çünkü bu konuda yapacağımız açıklamalar, onun vahiy olduğunu ve Kur'an'ın tamamlayıcısı olduğunu isbat etme hususunda büyük bir öneme sahiptir. Kur'an'da ibadetlerin tamamı isimleriyle ve genel özellikleriyle bildirilir, sonra ayrıntıları ve konuyla ilgili açıklanması gereken hususları sünnet üstlenir. Kur'an "Hırsızlık yapan kadın ve erkeğin ellerini kesin!" derken hükmün esasını/aslını ortaya koyar, fakat biz hırsızların ellerinin neresinden ve nasıl kesileceğini bildirmez. Ellerin her ikisi de mi kesilecek, yoksa bir tanesi mi kesilecek? Kesilecek olan sağ el midir, yoksa sol el midir? El nereden kesilecek; bilekten mi, yoksa dirsekten mi? Bütün bunların cevabı sünnette geçmektedir ve bu konuları sünnet üstlenmiş ve açıklamıştır. Sünnet, Kur'an'Ia irtibatlıdır ve onun tamamlayıcısıdir. Bir şeyin tamamlayıcısı, ona ilhak edilir. O halde onda da ilahi vahyin kuvveti vardır.
Kur'an-ı Kerim'de bir ayet-i kerime'de şöyle buyurulduğunu görürüz.
İnanıp da imanlarına haksızlık bulaştırmayanlar... (En'am/82)
Bu ayet-i kerimeyi işittiği zaman bir sahabi Hz. Peygamber'e (s.a) gelerek ona şöyle dedi: "Ya Rasûlullah! Bizden haksızlık etmeyen kimse bulunmadığına göre halimiz nice olacak?" Rasûlullah (s.a) şöyle buyurdu:
Öyle değil Allah'ın kastettiği zulüm/haksızlık şirktir.
Hz. Peygamber bu izanıyla ayet-i kerimede geçen zulüm kavramını özelleştirdi.
Sonra sünnetin önemli görevlerinden birisi de Kur'an'da geçmeyen bir hükmü koymasıdır. Kur'an-ı Kerim kendileriyle evlenilmesi haram olan kadınları sıralarken şöyle buyurur:
İki kızkardeşi birden almak da size haram kılındı?
Sonra sünnet buna bir kadınla onun halası veya teyzesinin bir nikah altında birleştirilmesinin haram olduğunu da ilave etti. Bu konuda biz hangi kaynaktan yararlanacağız? Muhamrhed (s.a).bunu kendi kafasından mı koydu? Eğer öyle ise dinde olmayan bir şeyi uyduran kimse durumuna düşmüş olmaz mı? Kendi kafasından koymadıysa bu bir vahiy değil midir?
Kur'an'da zikredilmeyip de sünnette açıklanan şeylerden birisi de deniz suyu hakkındaki şu hadistir:
Onun suyu temiz, ölüsü helâldir.
Hadis olmasaydı bu hükme nasıl ulaşacaktık?
Haram kılınmış yiyeceklerin çoğunun haramlığının Kur'an'la değil sünnetle sabit olduğunu görüyoruz. Çünkü yasamanın ve ilahi hükümlerin büyük bir bölümü Kur'an'm genel hükümleri içinde yer almamaktadır; bunlar tefsilatlı bir şekilde müslümanlara anlatılsın diye sünnete ve sünnetin açıklamasına bırakılmıştır. Bu da sünnetin vahiyden bir bölüm olduğuna delildir. Böyle olmasaydı bunların hepsi Ra-sûlullah'ın kendi kafasından icad ettiği şeyler olurdu.
Sünnetin vahiy yönünden konumu ve derecesini anlattığımıza ve sünnet düşmanlarının sünnete yönelttikleri çirkin saldırıyı açıkladığımıza göre geriye konuşacağımız şu konu kaldı: Acaba bizim sünnete karşı görevimiz nedir?
Bizim en acil yapmamız gereken şey, hadis ve sünnet ilimleriyle geniş bir şekilde ilgilenecek bir Daru'l-Hadis kurmaktır. Kuzey Afri-ka'daki kardeşlerimizin fakültelerinde ve dini enstitülerde hadis ilimleriyle ilgili özel araştırmaların genişletilmesi gerekir. Mısır'da ve diğer islâm ülkelerindeki İslâmî dergilerde hadis ve sünnetle ilgili araştırmalara daha geniş yer verilmesi gerekir.
- Tevhid
- Kur'an
- Sorularla İslam-15.Bölüm
- Sorularla İslam-Bölümler
- ☝📖 المحمية 📖☝
☝https://www.muhammediyye.org/☝
📖-المحمية علي الكتاب و السنة الصحيحة-📖
Öğrencilerimize önemli hatırlatma;
اعوذ بالله من الشيطان الرجيم
بسم الله الرحمان الرحيم
الحمد لله رب العالمين وحده لا شريك له و محمد رسول الله لا رسول و لا نبي بعده و الصلاة و السلام علي آله واهل بيته و اصحابه و امته اجمعين
Kovulmuş şeytandan,Her şeyin yaratıcısı tek rabb,tek ilah,tek gerçek egemen,rahman ve rahim olan Allaha cc sığınırız,her türlü kulluğun,ibadetin,itaatin,faydalı amellerin ve sözlerin tümü sadece ve sadece onun rızası içindir,salatü selam bütün peygamberlerin peygamberi efendimiz,rehberimiz,önderimiz ve örneğimiz Hz Muhammed Mustafa aleyhi efzalussalati vesselama,aline,temiz ehli beytine,davası uğruna savaşan ashabına ve yolunda yürüyen ümmetine olsun.
Sitemizde yeralan çalışmalarımız;başta yüce kitabımız Kur'anı Kerim olmak üzere,temel İslami kaynakların anlaşılmasına yardımcı olmak üzere hazırlanmıştır.Bu çalışmalarda bizlerden ilgisini,yardım ve desteğini esirgemeyen kardeşlerimizden ve cümle müslümanlardan. Allah razı olsun.
📖☝المحمدية علي الكتاب و السنة☝📖☝Muhammediyye☝📖
S.Muhammed Kayaalp El-Haşimi Ks
الامام سيد محمد الهاشمي
Destek olmak isteyen kardeşlerimiz iletişim formundan bize yazınız,Allah razı olsun.S.Muhammed Kayaalp (el-Haşimi) Ks--Arapça Dersleri-İslami Sohbetler-Tevhid-Tefsir-Hadis-Fıkıh-Fetvalar-İrşadlar...↷↷↷↷
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.