Sorularla islamiyet-15->Cevap: Efendimiz Hz. Muhammed'in (s.a) doğduğu gün, bu yetim ve fakir çocuğun gelecekte insanlığı ıslah edeceğini ve kainatın efendisi olacağım kim tahmin edebilirdi?
Hz. Muhammed (s.a) de her doğan çocuk gibi ağlayarak dünyaya geldi. Onu dünyaya getiren kadın mal ve mevki yönünden diğer kadın-
lardan daha farklı birisi değildi. Başlangıcından itibaren Allah'ın takdiri ve gözetimiyle kuşatılmış olan yüce Peygamber'in doğumunu allayıp pullamaya ve süsleyip püslemeye ihtiyaç yoktur. Nice doğumlar vardır ki onun vukuunu müjdeciler ilan eder, onun için kurbanlar kesilir, toplar atılır, törenler düzenlenir ve daha pek çok beşeri saygı vasıtalarına başvurulur. Bütün bunlara rağmen ve bütün bunlardan sonra gerçekte ve Allah katında hiçbir değer ifade etmeyen basit bir şey olarak kalır.
Nice çocuklar vardır ki insanlar uykuda iken veya hayatın meşgu-liyetleriyle boğuşurken, davulsuz, zurnasız, ilansız veya törensiz dünyaya geliverirler. Bu çocuğun doğumundan dünyadakilerin haberi olmasa bile gökler mutluluk duyar ve yüce ufuklardaki melekler sevinir. Yeryüzündeki güneş ve yıldızların ışıklan coşar, taşar. Kainattaki gerçekler, varlık alemindeki sırlar onun sayesinde ortaya çıkar. Hazırlanan bu gerçekler, bir müddet sonra onun tarafından saf ve temiz kaynağından bardak bardak/ayet ayet insanlara sunulur..
Buna dair vereceğimiz en güzel misal, -hatta bu misali Allah vermiştir- efendimiz Muhammed Mustafa'dır (s.a).
Efendimiz Hz. Muhammed (s.a) gönüllerde din duygusunu yeşertmek ve yeryüzünde (yeni bir) toplum kurmak için gelmiştir. Bu, dinde bilinmesi zaruri olan bir gerçektir. Bu konuda tereddüt eden kimse cahillik etmiş olur. Bunu inkar eden kimse müslüman değildir. Hz. Muhammed'in gönüllerde yeşerttiği din, tevhid ve temizlik dinidir, kardeşlik ve insanlıktır, düzgün bir karakter ve güzel bir ahlaktır, maddi şeyleri değil, ruhi şeyleri ön planda tutan, menfaat bağını değil gönül bağını tercih eden ve hayatta bütün gayretini ortaya koyup sonra herşeyiyle Allah'a teslim olan, geceleyin bir rahip/abit vasfına, gündüz ise bir süvari azmine bürünen temiz bir ruhtur.
Efendimiz Hz. Muhammed (s.a) her yerde şeytanla mücadele etmek için gelmiştir. Şeytan, sadece büyük tağut İblisten ibaret değildir. Bilakis şeytan, varlık alemindeki hertürlü kötülükle kendisini ifade eder. Şeytan bazen tapıcısmı sapıklık ve putperestliğe teşvik eden bir put olarak ortaya çıkar, sahibini kendisine esir eder, bu sebeple aklı ona hizmet etmez, rabbine ve kendisine güvenmez. Bazen mal biriktirmek
şeklinde kendisini gösterir ve mal biriktirmek peşinde koşanı Allah'a değil, paraya tapar hale getirir. Bazen kişiyi şerefli ve namuslu bir insan olmaktan uzaklaştıran günahkar bir kadın şeklinde kendini gösterir. Bazen kişinin ahlakını bozan hain ve fasık bir arkadaş şeklinde kendini gösterir. Bazen aldatıcı bir makam ve mevki olarak ortaya çıkar, aklını çelip peşine takarak kişinin itibarını yerlerde süründürür. Veya bunların dışındaki diğer kötülükler şeklinde kendisini ifade eder. İşte İslâm Peygamber'i (s.a) bu şeytanların hepsiyle mücadele etmiştir.
Hz. Peygamber ibadet/kulluk alanındaki şeytanla mücadele etmiş ve insanları çok sayıdaki ilahlara değil tek bir ilaha kulluğa davet etmiştir. Onları putperestlik ve şirkin bayağılığından tevhidin saflığına yükseltmiştir. Kuruntu ve hurafeler meydanındaki şeytanla mücadele etmiş, taşlarla, kum ve putlarla falcılık, kahinlik yapılmasına ve uğursuzluk inancına karşı savaş açmış, cehalet ve körlük şeytanının gaflet içindeki gönüllerde canlandırıp onları batıl ve yalanlara kul ettikleri hurafelerle mücadele etmiştir. Bu konuda yaptığı en Önemli iş akla değer vermesi ve onun şanını yüceltmesidir. Bize nakledildiğine göre o şöyle demiştir:
Aklını çok çalıştır ki Allah'a olan yakınlığın artsın.
İnsanın akıl gibi yüksek bir kazancı olamaz. Akıl, sahibini hidayete/iyiliğe, doğruluğa ulaştırır, fenalıktan alıkoyar. Aklı olgunlaş-madıkça kişinin imanı tam olmaz, dini de düzgün olmaz
Akıl, kalpte bir nurdur, onunla hak ve batılı birbirinden ayırır.
Hz. Peygamber şehvet ve lezzetler meydanındaki şeytan ile de savaştı. Ümmetine yiyecek ve içeceğinde nasıl dengeli olacağını, bayağı/süfli arzularından nasıl vazgeçebileceklerini, nefs ve bedenin aşın isteklerine nasıl gem vuracaklarını öğretti. Böylece onlar sanki insanlar arasında sakin sakin dolaşan melekler gibi olacaklar, kalpleri Allah korkusuyla dolacak, bu korku ve saygı onları nefsani arzu ve heveslerin esiri olmaktan kurtaracaktır.
Gerçek müminler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki namazlarında huşu içindedirler. Onlar ki boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler. Onlar ki zekatı verirler. Ve onlar ki, iffetlerini korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu cariyeler hariç. Bunlarla ilişkilerinden dola-yı kınanmış değillerdir. Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar haddi aşan kimselerdir. Yine onlar ki emanet ve ahitlerine riayet ederler. Ve onlar ki namazlarına devam ederler. İşte asıl bunlar varis olacaklardır. Firdevse varis olan bu kimseler, orada ebedi kalıcıdırlar. (Mü'minûn/1-11)
Hz. Peygamber mal ve ekonomi alanındaki şeytanla da savaşmıştır. Bu alan, uzun uzun konuşulacak bir alandır. Burada kısaca da olsa bu konunun üzerinde durmak gerekir.
Bir toplumda bir tarafta sefalet içerisinde fakirler diğer tarafta aşırı zenginler bulunduğu zaman o millet büyük bir mutsuzluk ve huzursuzluğa maruz kalır. Bir toplumun istikrar bulması ve toplum fertleri arasındaki sevgi ve şefkat ruhunun hakim olması için asgari bir geçinme düzeyinin bulunması, zenginlerinin lüks ve israflanyla bu düzeyin çok çok üstünde olmaması, fakirlerinin de açlık ve mahrumi-yetleriyle bu düzeyin çok çok altında olmaması gerekir. Biz bununla mutlak bir eşitliği veya totaliter olmayan bir kominizmi sınıflar arasındaki yakınlaşmayı ve dengeyi kastediyoruz. İslâm Peygamberinin yaptığı da budur.
O fakirliği lanetleyip onun şeytanlarına savaş açtığı gibi israfı da lanetlemiş, onun şeytanlarıyla da savaşmıştır. O gelip ümmetin içinde zengini de fakiri de görmüştür. Bu sebeple iyilik yapmayı ve sadakayı teşvik etmiş ve ümmetine rabbinin şu ayetini okumuştur:
Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele! Bu paralar cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanlan ve sırtları dağlanacağı gün onlara denilir ki: "İşte bu, kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin azabını tadın!" (Tevbe/34-35)
Hz. Peygamber insanlara yardım etmeyi teşvik etmiş ve şöyle buyurmuştur:
Kul, kardeşinin yardımında bulunduğu müddetçe Allah da o kulun yardımmdadır.
Sadaka emri isteğe bırakılmamış, bilakis zekat vermek bir farz/mecburiyet haline getirilmiş, bu farzı inkar eden kimse kafir sayılmış ve vermeyenlerle de savaşümıştır.
Mallarında isteyene ve (isteyemediği için) mahrum kalmışsa belli bir hak tanıyanlar.. (Meâric/24-25)
Herbiri meyve verdiği zaman meyvesinden yeyin, Devşirilip toplandığı gün de hakkını verin, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez. (En*am/141)
Bütün bunlarla beraber Hz. Peygamber'in bazı ekonomik uygulamalarında aşırı zenginlik ve küfre düşürücü fakirlik sebebiyle sosyal ilişkilerin bozulmaması için sınıflan birbirine yaklaştırma yolunda basiretli adımlar attığını görürüz... Medine'ye hicretinin akabinde Medi-neli Ensar'ın kendilerine ait yurtlarının, akarlarının, mallarının ve düzenli geçim vasıtalarının bulunuduğunu dolayısıyla onların bir zenginlik, rahatlık ve gıpta edilecek maddi bir istikrar içinde olduklarını görmüştür. Muhacirler ise, yurt ve mallanndan çıkartılmış ve daha önceki geçim vasıtalarını kaybetmiş bir topluluktur. Onlar her ne kadar Ensar kardeşlerinden yardım ve destek görmüşlerse de onların seviyesine yaklaşabilmeleri için maddi durumlarının düzeltilmesine ihtiyaç vardır. Rasûlullah (s.a) yaptığı pratik ve başarılı uygulamalarla bunu gerçekleştirmiştir.
Hz. Peygamber'in hayatını anlatan siyer kaynakları bize şunları söylemektedir: Nadiroğullarından elde edilen mallar tamamen Hz. Peygamber'e aitti (yani devletindi). Çünkü orası silah kullanılarak değil, barış yoluyla fethedilmişti. Hz.Peygamber bu malları muhacirler arasında taksim etti ve ihtiyaç sahibi iki kişinin dışında Ensar'a hiçbir şey vermedi.
Evet, bu malları muhacirler arasında taksim etti. Ensar'a hiçbir şey vermedi. Bunun sebebi Ensar'ı küçük görmesi değildi. Bilakis onlar zengin olduğu, muhacirler de fakir olduğu için böyle bir uygulama
yapmıştı. Rasûlullah (s.a), bu iki toplum Allah'ın nimeti/İslâm dini sayesinde nasıl kardeş olup kalpleri birbirine yaklaşmışsa, ekonomik durumlarını da yaklaştırmak istiyordu. Bunun içindir ki Ensar'dan fakir ve muhtaç iki kişiye de elde edilen mallardan pay ayırmıştı. Eğer zengin olmuş olsalardı onlara da bir şey vermezdi.
Hz. Muhammed (s.a) lanetli fakirlikle savaşmıştır. Her insanın hayatını ve geçimini onurlu ve saygın bir düzeye getirmek için çalışmış, muhtaçlara hazineden belirli bir yardım yapmış ve ümmetinin yiyeceğe muhtaç olmayan saygın kişiler olarak yaşamalarının imkanını hazırlamıştır. Daima kendisi en güzel örnek olmaya çalışmış, başkaları istirahat ederken o yorulmuş, başkaları tok iken kendisi açlığa katlanmış, ümmetinin diğer fertlerine sağladığı imkânların pek çoğundan kendi nefsini mahrum bırakmıştır. Civarındaki evlerde yemek pişirmek için ateş yakılırken Muhammed'in evinde aylarca tencere kaynamamış ve bunun için duman tütmemiştir. Bazı dağların kendisi için altın ve gümüş haline getirilmesi rabbi tarafından teklif edildiği halde o kabul etmemiş, bazen rabbinden istemeyi, bazen tok kalmayı ve rabbine ham-detmeyi tercih etmiştir. Kayser ve kisralar gibi azgınca bir hayat yaşamayı değil, bir kul olarak yaşamayı tercih etmiştir. Hayatında devamlı şu duayı tekrarlamıştır:
Allahım! Beni yoksul olarak dirilt ve yoksul olarak vefat ettir ve beni yoksullar zümresi içinde hasret.
Hz. Muhammed bütün bunları kendi hayatını önemsemediği veya başkalarına da bunu önerdiği için yapmadı. Fakat o, ilk önder ve ilk yöneticidir. İyi insanların iyilikleri, Allah'a yakın kimselerin günahları mesabesindedir. Hakkında kötü zanlara, saltanat veya menfaat peşinde koşuyor iddialarına meydan vermemek için başkalarına yasaklamadığı şeylerden kendisini mahrum bırakıyordu. Bu sebeple Hz. Muhammed'in kendi ailesine de bu yüksek terbiyeyi verdiğini görüyoruz. Başkaları gibi serbest bir hayat yaşamalarını ve diğer insanların yararlanabileceği herşeyden yararlanmalarını istememiştir. Çünkü herkesin gözü onların üzerindedir ve bakışları onlara takılıdır. Allah Teâlâ onun bu şekilde basit ve sade bir hayat yaşamasını istemiştir. Bu bir züht hayatıdır. Allah Teâlâ ona şöyle buyurmuştur:
Sakın kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının çekiciliğine gözlerini dikme! Rabbinin himmeti hem daha hayırlı, hem de daha süreklidir. (Taha/131)
Allah Teâlâ, Rasûlullah'm hanımlarının da Peygamber'in evine layık yüce bir örnek olmalarını, dolayısıyla mal, mevki ve ziynete göz dikmemelerini istemiştir. Onların Allah katında olan nimetleri istemeleri gerekir. Allah onları -şayet günah işlerlerse- iki kat azabla korkutmuş, sevap işledikleri zaman da iki kat mükafaat vereceğini vaadet-miştir. Açılıp saçılmalarını ve erkeklerle birarada bulunmalarını yasaklamış, farzları eda etmelerini, Allah'ın ayetlerine ve sünnete itaat etmelerini ve boyun eğmelerini emretmiştir.
Yüce önderin hanımlarının diğer hanımlar için en güzel örnek olmaları ve herhangi bir istismar ihtimaline meydan vermemeleri için Allah Teâlâ'nın onlara nasıl bir olgunlaşma ve yükselme yolu çizdiğini görmek için aşağıdaki ayetlere kulak vermek yeterlidir:
Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: "Eğer dünya hayatını ve refahını isityorsanız, gelin sizin boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allah'ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu istiyorsanız, biliniz ki, Allah içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükafaat hazırlamıştır." Ey Peygamber hanımları! Sizden kim açık bir hayasızlık yaparsa onun azabı iki katma çıkarılır. Bu, Allah'a göre kolaydır. Sizden kim, Allah'a ve Rasûlüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükafaatım iki kat veririz. Ve ona cennette bol rızık hazırlamışızdır. Ey Peygamber hanımları! Sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Eğer Allah'tan korkuyorsanız (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; yoksa kalbi bozuk olan kimse kötü şeyler ümit eder; daima ciddi ve ağırbaşlı söz söyleyin. Evlerinizde oturun; eski cahiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekatı verin, Allah'a ve Rasûlüne itaat edin. Ey Peygamber'in ev halkı! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. Evlerinizde okunan Allah'ın ayetlerini ve hikmetini hatırlayın. Şüphesiz Allah, herşeyin içyüzünü bilendir ve herşeyden haber alandır. (Ahzab/28-34)
Efendimiz Hz. Muhammed (s.a) aile fertlerinden herhangi birisinin kendisine yakınlığından veya onunla akrabalığından dolayı kendisini herhangi bir şekilde imtiyazlı görmemesi için çok büyük bir titizlik göstermiştir. Şühhesiz ki Muhammed (s.a) herkes içindir. Mirası, onun ümmetine aittir. Kendisine inanan herkesin dostu ve yakınıdır. Zenci bir mümin, Haşimi bir kafirden daha hayırlıdır. Bu sebepledir ki kızı Fatıma'ya şöyle buyurmuştur:
Ey Fatıma! İyi çalış. Çünkü Allah katında benim sana hiçbir faydam olmayacaktır.
Ailesine de şöyle buyurur:
İnsanlar bana yaptıklarıyla gelmeyecek, siz soyunuz ve nesebizle geleceksiniz, öyle mi? (Hayır!) İyi çalışın! Çünkü Allah katında benim size hiçbir yararım olmayacak.
Bir başka hadisinde de şöyle buyurur:
Dikkat edin! Aileme mensup bazı kişiler kendilerini bana daha yakın görüyorlar. Durum, onların zannettikleri gibi değildir. Benim dostlarım ve bana yakın olanlar, -kim olursa olsun ve nerede olursa olsun- takva sahibi olanlardır. Ben, düzelttiğim şeylerin ev hal-kımca bozulmasına asla izin yermem.
Mısır sultanlarından birisinin Peygamber soyundan gelen bir komutana hitaben gönderdiği şu ültimatom çok hikmetlidir:
Bil ki güzel olan şey, aslında güzeldir; Peygamber'in evinde olursa daha güzeldir. Çirkin olan şey de aslında çirkindir. Peygamber'in evinde işlenirse daha çirkindir. Bize gelen haberlere göre sen emniyeti suistimal etmiş, yüz kızartıcı ve itibar zedeleyici işler yapmışsın. Haddini bil, yoksa dedenin kılıcını senin ağzına sokarız.
Bununla ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a) gerçek bir eşitlik kanunu getirmiş, bu konuda sözler ve nazariyeler ortaya koymakla yetinmemiş bunu en güzel ve ideal şekilde uygulamıştır.
Kendisini özgürlüklerin bekçisi ve siyah-beyaz bütün insanların eşit ve kardeş olarak yaşadığı bir ülke olarak vasıflandırmak gibi büyük bir iddianın sahibi olan Amerika Birleşik Devletlerine baktığımız zaman, Amerikalı zencilerin üniversitelerde ve başka alanlarda Amerikalı beyazlarla birarada bulunmaktan mahrum bırakıldıklarını görürüz. Halbuki İslâm Peygamber1! (s.a) gerek Amerikalılara, gerekse sözleriyle uygulamaları birbirini tutmayan benzeri iki yüzlü milletlere, insanlara gösterilmesi gereken saygı noktasında unutamayacakları dersler vermiştir. Çünkü o Habeşli Bilal'ı, Rum kökenli Suheyb'i ve İranlı Sel-man'ı, Ebubekir, Osman, Ali, Muaviye ve Ebu Süfyan gibi Kureyş'in ileri gelenleriyle ve Arablann liderleriyle denk ve kardeş olarak görmüş ve bu hürArablan hiç bir şekilde o köle yabancılardan ayırmamış-tır. Çünkü İslâm her türlü ırkçılığı, şovenizmi, grupçuluğu, soy ve kan ile övünmeyi ortadan kaldırmıştır:
Hepiniz Âdemdensiniz, Adem ise topraktandır.
Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanmızdır. Şüphesiz Allah bilendir, herşeyden haberdardır. (Hucurat/13)
Üniversitleri, gazeteleri, dergileri, kulüp ve dernekleri olan uygar ve kalkınmış ABD, zenci bir Amerikalının beyaz kadınlarla evlenmesini bir türlü hazmedemezken, bu evlilik kadının rızasıyla bile olsa ka-n-kocayı birbirinden ayırırken, bu tür evlilikleri bir suç olarak görüp takibata alırken, Hz. Muhammed (s.a) bundan yüzlerce yıl öne bu tür aptalca bir ırkçılığın nasıl ortadan kaldırılacağını insanlığa öğretmiştir.
Hz. Muhammed (s.a) Zeyd ıbn Harise isimli bir köleyi, hür ve saygın bir Arab olan Zeyneb bintu Cahş ile evi en d irmiş tir. Bu Zeyneb, ileride yüce Peygamber'in eşi ve müminlerin annelerinden birisi olma şerefine ermiş bir kadındır.
Hz. Peygamber (s.a) yüce şeriatini ve en güzel davranış biçimini yerleştirip kökleştirmek, hayatı affetme ve bağışlamanın güzelliği üzerine kurmak için gelmiştir. Rabbinin şu ayetlerini kavmine hep okurdu:
Sen onları affet aldırış etme! (Maide/13)
O takva sahiplen ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da güzel davranış-ta bulunanları sever. (Al-i Imran/134)
İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur. (Fussilet/34)
Eğer sabrederseniz, elbette o, sabredenler için hayırlıdır. (Nahl/126)
Hz. Peygamber (s.a) sadece bu ayetleri tekrar tekrar okumakla iktifa etmemiştir. Eğer öyle olsaydı konuşulan fakat uygulanmayan teorik prensiplerden ibaret kalırdı. Önemli olan bu prensipleri uygulamaktır. Mesela müşriklerden en-Nadr ibn el-Haris isimli bir adam Hz. Peygamber'e karşı küstahça davranır, onu tehdit eder, Kur'an'la alay eder, savaşlara iştirak eder, Hz. Peygamber'in öldürülmesini teşvik eder, değil hepsi, bir tanesi bile idamına sebep olacak büyük suç ve günahlar işler. Sonra Allah'ın dilemesiyle bu lanetli adam esir edilir ve Hz. Peygamber'in emriyle öldürülür. Sonra öldürülen bu müşriğin kız-kardeşi gelir ve kardeşi hakkında bir kaç beyitlik mersiyle söyleyerek Hz. Peygamber'e yalvarır. Hz. Peygamber bundan çok etkilenip duygulanır ve şöyle buyurur:
Bu şiir bana onun ölümünden önce ulaşmış olsaydı bunu karşılıksız bırakmazdım!..
Gönülde coştuğu zaman iyilik duygularına nasıl icabet edeceğimizi bize öğreten bir derstir bu..
Süfyane bintu Hatem esir edilerek Hz. Peygamber'in (s.a) huzuruna getirilir. Süfyane şöyle der: "Ya Muhammed! Babam mahvoldu. Arab kabilelerinin diline düşmemi istemiyorsan beni serbest bırak. Çünkü ben kabilenin reisi olan Hatem-i Tai'nin kızıyım. Babam, esarete düşen kimseyi kurtarır, namus ve haysiyeti korur, misafiri ağırlar, aç olanı doyurur, darda kalanı ferahlatır, yemek yedirir, selam veril" ve ihtiyaç için geleni asla geri çevirmezdi." Hz. Peygamber (s.a) bu sözleri duyar duymaz fazlasıyla duygulanır ve şöyle cevap verir:
Ey cariye! Bu söylediklerin doğrudan müminin vasfıdır. Eğer baban müslüman olsaydı ona saygı gösterirdik. Bu kızı serbest bırakın. Çünkü bunun babası ahlaki faziletleri sever.
Hz. Peygamber onu esaretin zilletinden kurtarıp ona Özgürlüğünü bağışladı, giydirip kuşatarak onu onurlu bir şekilde kardeşine ve vatanına iade etti.
Hz. Peygamber (s.a) görev ve sorumluluklarda rabbinin izniyle eleştiri ve muhasebenin kanununu yerleştirmek için gelmiştir. Büyük ve küçük hiç kimse bu kuralların dışında kalmaz. Herkes Allah'ın kuludur ve herkes O'nun hükmüne boyun eğecektir. İyilik yapan kendisi için yapmış, kötülük yapan da kendisi için yapmıştır. Hatta Peygamber'in bizzat kendisi dahi böyledir. O, beşeriyetin gördüğü en güzel örnektir. Allah Teâlâ onun kibirlenip böbürlenmemesi için bu kaideye boyun eğmede onun en güzel örnek olmasını dilemiştir. Nasıl böbürlensin ki.. O, uyarıcı ve müjdeleyicidir, aydınlatıcı bir kandildir, şefkatli ve merhametlidir, büyük bir ahlakın sahibidir, alemlere Allah'ın bir rahmetidir, tenkide, sorgulanmaya ve azarlanmaya boyun eğmiştir. Hal böyle olunca hiç kibre kapılabilir mi?! Kur'an'ı okuduğumuz zaman hayretler içinde kalırız.. Kur'an'da Allah'ın Peygamberini tenkid ettiği, hesaba çektiği ve azarladığı ayetler görürüz. Bu ayetlerden bazıları şunlardır:
Allah seni affetsin. Fakat doğru söyleyenler sana iyice belli olup, sen yalancıları bilinceye kadar onlara niçin izin verdin? (Tev-be/43)
(Peygamber), âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve geri döndü. (Rasûlüm! Onun halini) sana kim bildirdi! Belki o temizlenecek, yahut öğüt alacak o öğüt ona fayda verecek.. (Abese/1-4)
Ey insanlar! Göklerin rabbinin peygamberlerin efendisi hakkındaki şu mukaddes nidasına kulak veriniz:
Gerçekten size Allah'tan bir nûr, apaçık bir kitap geldi. Rızasını arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle karanlıklardın aydınlığa çıkarır, dosdoğru bir yola iletir. (Tev-be/15-16)
- Tevhid
- Kur'an
- Sorularla İslam-15.Bölüm
- Sorularla İslam-Bölümler
- ☝📖 المحمية 📖☝
☝https://www.muhammediyye.org/☝
📖-المحمية علي الكتاب و السنة الصحيحة-📖
Öğrencilerimize önemli hatırlatma;
اعوذ بالله من الشيطان الرجيم
بسم الله الرحمان الرحيم
الحمد لله رب العالمين وحده لا شريك له و محمد رسول الله لا رسول و لا نبي بعده و الصلاة و السلام علي آله واهل بيته و اصحابه و امته اجمعين
Kovulmuş şeytandan,Her şeyin yaratıcısı tek rabb,tek ilah,tek gerçek egemen,rahman ve rahim olan Allaha cc sığınırız,her türlü kulluğun,ibadetin,itaatin,faydalı amellerin ve sözlerin tümü sadece ve sadece onun rızası içindir,salatü selam bütün peygamberlerin peygamberi efendimiz,rehberimiz,önderimiz ve örneğimiz Hz Muhammed Mustafa aleyhi efzalussalati vesselama,aline,temiz ehli beytine,davası uğruna savaşan ashabına ve yolunda yürüyen ümmetine olsun.
Sitemizde yeralan çalışmalarımız;başta yüce kitabımız Kur'anı Kerim olmak üzere,temel İslami kaynakların anlaşılmasına yardımcı olmak üzere hazırlanmıştır.Bu çalışmalarda bizlerden ilgisini,yardım ve desteğini esirgemeyen kardeşlerimizden ve cümle müslümanlardan. Allah razı olsun.
📖☝المحمدية علي الكتاب و السنة☝📖☝Muhammediyye☝📖
S.Muhammed Kayaalp El-Haşimi Ks
الامام سيد محمد الهاشمي
Destek olmak isteyen kardeşlerimiz iletişim formundan bize yazınız,Allah razı olsun.S.Muhammed Kayaalp (el-Haşimi) Ks--Arapça Dersleri-İslami Sohbetler-Tevhid-Tefsir-Hadis-Fıkıh-Fetvalar-İrşadlar...↷↷↷↷
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.