Sorularla islamiyet-15->Cevap: Allah Teâlâ, Ahzab suresinde şöyle buyurmaktadır:
Ey iman edeneler! Andolsun ki, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Rasûlul-lah'ta güzel bir örnek vardır. (Ahzab/21)
Özel ve genel hayatımızda kendimize en güzel örneği edinmemiz için liderlik konusunda yüce Peygamberin (s.a) şahsiyetini tanımamızın yararı vardır. İster büyük ister küçük, hangi toplum olursa olsun mutlaka bir nizama, yönlendirilmeye ve lidere ihtiyacı olduğunu bilmemiz gerekir. Çünkü hayatlarında bir kargaşa ve kaos olup da bunu kontrol edecek bir yönetici ve kolluk kuvveti bulunmadığı zaman insanların işleri yolunda gitmez ve istikrarlı bir ortam temin edilemez. Bundan dolayıdır ki İslâm'ın öğretilerinin içinde hilafet veya imametin ya da insanları yönetmenin prensiplerinin de bulunduğunu görmekteyiz. Bununla gerçekleştirilmek istenen gaye, Allah'ın dinini koruyup gözetmek ve insanların dünyalarını bir düzene sokup idare etmektir.
İslâm'da imamet-i uzma/önderlik, başkanlık sürekli bir kural ve gerçekleştirilmesi gereken bir fariza/görev ve sorumluluk olduğuna göre İslâm gerekli ve uygun olan her alanda, savaş ve barışta, büyük ve küçük her toplulukta liderlik prensibini benimsemiştir. Hatta Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Sizden üç kişi birlikte yola çıktığında içlerinden birini kendileri için başkan seçsinler.
Hz. Peygamber'in (s.a) bazı zamanlarda orduya bir komutan tayin ettiğini, bir veya iki kişiyi de ona yardımcı olarak atadığını görmekteyiz. Mesela Mute savaşında sırasıyla şu şahısları komutan olarak tayin etmişti: Zeyd ibn Harise, Cafer ibn Ebi Talib ve Abdullah ibn Revaha.
Hz. Peygamber (s.a) aynı şekilde her topluluğun başında bir gö-zetleyici veya her grubun başında sorumlu bir idarecinin bulunmasını istemiştir. Bu konuda şu veciz düsturu yerleştirmiştir:
Hepiniz çobansınız ve her çoban kendi güttüğünden sorumludur.
Aile veya birlik ya da sınıf gibi küçük ve sınırlı bir topluluğun bile idareye, dikkat ve gayrete muhtaç olduğunu bildiğimize göre koskoca bir milletin-kat kat daha fazla bir zorluğu, sabrı ve hikmeti gerektirdiği şüphesizdir.
Şimdi biz yönetim ve denetim konusunda Hz. Peygamber'in (s.a) şahsında ortaya çıkan en güzel örneği arayıp bulmaya çalışmalıyız. Bu arada şunu da hatırlatalım ki Rasûlullah'ın çok geniş bir yetki ve otoritesi vardır. Çünkü o, kendisine Allah'tan vahiy gelen bir Peygamberdir. O, masumdur ve Allah tarafından seçilmiştir. Akıl, ahlak ve hikmet yönünden kavminin en hayırlı sı dır. Arkadaşları arasında kendisine itaat edilen bir kişidir. Hatta onlar kendisine canlarını, ana ve babalarını bile feda edebilecek kimselerdir. Bununla beraber Hz. Peygamber (s.a) bu geniş otoritesini bir gün bile zulüm ve zorbalık yapmak için kullanmayı düşünmemiştir. Bilakis o kendisine bağlı insanlara bir yönetici baskısıyla değil, bir arkadaşlık ruhuyla muamele etmiş, bir komutan edası ve gücüyle değil, bir kardeşlik şefkatiyle yönlendirmiştir. Bu ona Allah'ın bir lütfü ve bağışıdır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
Allah'ın rahmetinden dolayı, ey Muhammed, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalbli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. (Âl-i İmran/159)
Biz lider Muhammed'in ne kadar yüce bir makama ve onurlu bir rütbeye, sahip olduğunu gayet iyi biliyoruz. O, hayatında hiçbir gün, zengin veya fakir, büyük veya küçük hiçbir kimseye zorbalık yapmamış veya çalım satmamıştır. Halbuki isteseydi bunu yapabilirdi. Fakat peygamberliğin karakteri veya onun yüce ahlakı buna engeldir. O kendisinin peşinden giden insanların, sevenleri ve tanıyanlarının arasında tam
bir tevazu, hoşgörü ve saygınlık numunesi olarak yaşamıştır. Mesela halktan huzuruna giren bir adam peygamberliğin nuru ve heybetinden dolayı titremeye ve heyecanlanmaya başlamıştır. Şayet Hz. Muhammed zorba bir idareci olsaydı hemen fırsatı değerlendirir, daha fazla itaat ettirmek için adamın gönlüne daha fazla korku ve heyecan salardı. Fakat o adama karşı gayet nazik ve yatıştırıcı bir eda ile şöyle der:
Sakin ol, ben ne bir padişahım, ne de bir zorbayım. Ben Mekke'de kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum.
Güneşte kurutulmuş et yemek Mekkeli fakirlerin bir adetiydi. Zenginler ise her gün bir hayvan keserler onu yerlerdi. Bir önceki gün kesilen hayvanın etini yemeye tenezzül etmezlerdi. Hz. Peygamber'in (s.a), büyük tevazuundan ve atalarıyla övünmekten hoşlanmadığı için kendisini annesine nasıl nisbet ettiğine bakınız...
Hz. Muhammed (s.a), sorumluluk duygusu taşıyan bir kimse idi. Kendisinden sorumlu olduğu gibi başkalarından da sorumlu idi. Kavmine yüklediği veya insanları çağırdığı yükümlülüklere kendisi de iştirak ederdi. Onlarla birlikte hareket eder, onlarla birlikte düşünür ve atacağı adımları onlarla birlikte atardı: Cihada çıkarlar en önlerinde o vardır. İçlerinde düşmana en yakın olan yine odur. Hz. Ali'nin dediği gibi arkasından gelenler onu düşman saldırılarından korumaya çalışırlardı. Medine'nin etrafına (düşmandan korunmak için) hendek kazılırken Muhammed onların başında bir reis veya gözetleyici gibi oturmaz, bilakis onlarla birlikte çalışır, hendek kazar, toprak taşır ve yorulurdu.
Zaman zaman da kendisi için en zor ve yorucu işleri tercih ederdi. Bir gün arkadaşlarıyla birlikte gezintiye çıkmışlardı. Yemek için bir koyun hazırlamak istediler. İçlerinden birisi dedi ki: "Koyunu kesmek bana ait." Diğeri "Yüzmek de bana ait, dedi" Bir başkası: "Pişirmek de bana ait" dedi. Rasûl-i Ekrem ise: "Ben de odun toplarım" dedi.
Belki de orada odun toplamak, koyunu kesmek ve pişirmekten daha fazla gayreti gerektiren bir iştir.
Bunun üzerine arkadaşları hemen şöyle derler:
- Siz zahmet buyurmayın ya Rasûlullah, biz yeterliyiz.
Hz. Peygamber şöyle cevap verir:
Sizin yeterli olduğunuzu ben de biliyorum. Fakat ben sizden ayrı kalmayı ve seçilmeyi hoş görmüyorum. Allah Teâlâ kendisini arkadaşlarından farklı ve imtiyazlı gören kulunu sevmez.
O, önce kendi nefsinden başlardı, güzel bir örnek olmak için va-cibleri yerine getirmeye kendisine tabi olanlardan önce koşardı.
Rabbi ona böyle öğretmişti. Önce kendisinin başlamasını ve ilk adımı kendisinin atmasını, bundan sonra diğerlerinin kendisini izlemesini öğretmiştir. Bu sebeple yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
Ey Muhammed! De ki: "Benim yolum budur; ben ve bana uyanlar bilerek insanları Allah'a çağırırız. Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben asla Allah'a ortak koşanlardan değilim." (Yusuf/108)
Cenab-ı Allah burada görevin ifasında ben diye başlamasını, sonra bana uyanlar diye devam etmesini emretmiştir.
Hz. Peygamber'i sürekli sorumluluk duygusuna doğru koşturan ve ona süratle görevini yaptıran belki de bu ilahi yönlendirmedir. Bunun en açık örneklerinden birisi de şu olaydır: Medineliler bir gece işittikleri bir sesten dolayı çok korktular. Durumu öğrenmek için sesin geldiği tarafa koştular. Bir de gördüler ki Hz. Peygamber çıplak ve eğer-siz bir ata binmiş, sesin geldiği yerden kendilerine doğru gelmektedir. Onlardan önce davranmış sesin mahiyetini öğrenmiştir. Sakin bir şekilde onların yanma gelir ve şöyle der:
Korkmayın endişe edecek bir şey yok.
Düşmanlıkta ve münakaşada kavmini aşırılıktan sakındırması da lider Muhammed'in bir hikmetidir. Kavmine şöyle demiştir:
İnsanların en kötüsü düşmanlıkta ileri gidendir.
Onları nefret ettirmek ve yöneldikleri sağlıksız bir tartışmadan veya çirkin bir düşmanlıktan sakındırmak suretiyle pek çok şeyi düzeltmiştir. Hz. Peygamber ashabına şu sözleri söylerken bu yönlendirme
metodundan çok geniş bir şekilde yararlanmıştır:
Ben sadece bir insanım. Benim önüme bir dava gelir. Belki bazılarınız bazılarınızdan daha güzel konuşabilir, ben doğru söylediğini zannedip bu sebeple onun lehine hüküm verebilirim. Ben bu şekilde kime bir müslümanın hakkını vermişsem bu ancak ateşten bir parçadır; ister onu alsın, isterse almasın.
Çünkü o herkes için ve her yönüyle bir lider olmayı arzu eden bir kişiydi. Onun bir kimseye yakınlığı başka bir kimseninn aleyhine bir sonuç doğurmaz. Bir grubun dostluğunu kazanacağım diye başka bir grubla arasına mesafe koymaz. O kavmine şöyle der:
Ben sizin aranıza temiz bir kalp ile çıkmak isterim.
İnsanlar arasında hükmettiği zaman doğru bir metot izler, adaleti unutmaz, hüküm verirken dostluk ve yakınlıkların etkisinde kalmazdı. O, şu sözleri söyleyen kimsedir:
Vallahi eğer kızım Fatıma da hırsızlık yapsa onun elini keserdim.
O, insanları idare ederken en uygun ve en güzel olanını tercih ederdi. Verilen hükmün eş, dost ve tanıdıkları memnun etmek adına kamu yararına aykırı bir sonuç doğrumaması için bu prensibe muhalefet etmekten sakınırdı. O şöyle derdi:
Kim ki bir kimseyi on kişinin üzerine yönetici yapar ve o on kişinin içinde tayin ettiğinden daha üstün birisinin olduğunu bilirse Allah'ı, Peygamber'i ve müslümanları aldatmış demektir.
Herhalde bir liderin büyüklüğü barış ve istikrar zamanlarından daha çok korku, sıkıntı ve çatışma ortamlarında ortaya çıkar. Çünkü banş^or-tamlarmda insanlar daha iyi düşünebilecek ve daha isabetli karar verebilecek bir imkana, hazırlık ve zamana sahiptirler. Mücadele ve öfke ortamları ise soğukkanlılığı, tecrübeyi, bilgiyi, cesaret ve atılganlığı gerektirir. Bu sebepledir ki Abkariyyetü Muhammed (Muhammed'm Eşsiz Dehası) isimli eserde Hz. Peygamber'in savaş komutanlığı ve safların önüne geçmesi konusundaki mükemmelliğinden şu kelimelerle söz edilir:
Harp kızıştığı zaman Muhammed herkesin önünde olurdu. Kahramanlar kahramanı Hz. Ali şöyle derdi: "Savaş kızıştığı zaman Rasûlullah'i korumak için tedbir alırdık. Çünkü bu esnada düşmana onun kadar yakın başka hiç kimse olmazdı.
Şayet onun Huneyn savaşı esnasındaki kararlılığı olmasaydı, ordunun çoğu kaçardı, belki de ok ve saldırıların karşısında tek başına kalabilir ve müslümanlar bir yenilgiyle karşılaşabilirlerdi.
Düşmanları tarafından bu saldırı ve muhasara tehdidi altında bu-lunuyorken gecenin karanlığında gözetleme ve denetleme yapmak için dışarı çıkması, başka hiçbir şeyin değil sadece takdire şayan bir cesaretin sonucudur. Çünkü gözetleme işini yapabilecek çok sayıda kişi vardı. Fakat o bu işi kendisinin yapmasının daha uygun olacağı kanaatine vardı, hiçbir korku onu engellemedi.
O diğer savaşlarda da askerlerin karşı karşıya bulunduğu tehlike-lerlerden bir komutan olarak kendisini muaf tutma ihtiyacını duymaz. Halbuki komutanlık ona bu hakkı vermiştir. Buna rağmen o diğer askerlerle birlikte aynı tehlikeleri göğüsleyen bir komutan özelliğine sahiptir. Bu, saklanma ve gizlenme imkanı olduğu halde bunu tercih etmeyen bir kahramanlık halidir. Bu esnada gizlenmesi için geçerli bir mazereti vardır. Hatta bu mazeret takdir bile edilir.
Eğer harbi çok iyi bilen ve onun tehlikelerinden çekinmeden harb edebilecek güce sahip olan ve kaçınılmaz zorunluluklarla yetinen bir komutan varsa, işte bu Hz. Peygamber'dir (s.a) ve askeri komutanlık yoluyla da peygamberliğini isbatlamıştır ve bir peygamberin vasıflarına bağlı kalarak diğer bütün güzel vasıflarını da bize gösterecektir.
Bizim Hz. Muhammed'deki liderlik ruhuna, sorumlulukları yerine getirmedeki maharetine ve problemleri çözmedeki parlak zekasına olan hayranlığımızı artıran şey, onun sadece peygamberliği döneminde miişahade edilen mükemmel liderliği değildir. Bilakis ondaki liderlik Özelliği ta gençliğinin baharında ortaya çıkmıştır. Pek çokları Muhammed'in gençliğinde başından geçen olayların çoğunu unutmuş oîsa bile Kabe'nin Kureyş tarafından tamirine başlandıktan sonra Hacer-i Esved taşının yerine konulmasıhususunda tartışma çıktığı gün oynadığı ölümsüz rolü unutmamışlardır. Adamlar savaşa hazırlanmışlar, kılıçlar kınlarından çıkarılmıştı. Çılgın topluluk çirkin bir savaşı göze alarak ellerini kana bulayacaklardı. Bu esnada içlerinden birisi şöyle seslendi: "Sabırlı olun ey ahali! Harem'in kapısından ilk olarak kim girerse onu kendinize hakem kabul edin!" İlk gelen Muhammed'ül-Emin'dir. Muhammed'in liderlikteki eşsiz dehası, kabilelerin tamamını Hacer'ül-Esved'i yerinden kaldırmada pay sahibi olma şerefine ortak etmiştir. Hz. Muhammed Hacer-i Esved'i bir örtünün ortasına koymuş, sonra her kabileden bir temsilciyi çağırmış, bunların herbiri örtünün bir ucundan tutmuş, böylece her kabile diğeriyle eşit olan nasibine razı olmuştur. Fakat hiçbirisi değil, sadece lider Muhammed'in mübarek elleri taşı örtünün ortasından almış ve yerine koymuştur. Bunu da ne yadırgamışlar, ne de itiraz etmişlerdir. Halbuki taşın kaldırılmasına ve yerine konulmasına neredeyse iştirak etmediklerini ve Muhammed'in bu işi âdeta tek başına yaptığını biliyorlardı.
Hz. Muhammed'in üstünlük, liderlik ve idarecilik Özelliklerinden birisi de insanların gizli şeylerini ve kusurlarını araştırmam asıdır. Çünkü bizzat Hz. Muhammed'in dediği gibi, bir idareci, insanlar hakkında duyduğu şüphelerin peşinden giderse onları ifsat eder/yoldan çıkarır. Nerede ve hangi şartlarda olursa olsun her zaman hakimlere yol gösterecek olan şu kuralı koymuştur:
Biz görünüşe göre hüküm vermekle emrolunduk. Görünmeyen şeylere göre ancak Allah hükmeder.
Hz. Muhammed'in ümmetini yönetmedeki büyüklüğünün tezahürlerinden birisi de onun kadirşinaslığıdır. O yüce bir peygamberdir. Ashabına karşı daima takdir ve övgü duygularını ifade eder. Onlara değer verir ve herşeyi onlarla istişare eder. Onlardan yardım ister ve fazilet sahibi herkesten övgüyle sözeder. Övgü ve sena konusunda son derece cömerttir. Onlara hayatlarını ve tarihlerini süsleyecek en değerli şeref madalyası kabul ettikleri lakapları takar. Bunun bir sonucu olarak Hz. Peygamber, Ebubekir'e sıddtk, Ömer'e faruk, Osman'a zinnû-reyn, Ali'ye ilim şehrinin kapısı, Halid'e Allah'ın kılıcı, Ebu Ubeyde'ye ümmetin emini, Huzeyme ibn Sabit'e zü'ş-şehadeteyn, Cafer'e tayyar, Talha'ya da yeryüzünde yürüyen şehid lakabını verir.
Hz. Peygamber (s.a) insanların karakterlerini ve kişilerin niyetlerini okumasını bilirdi. Liderlikteki maharetinden dolayı gönülleri hoşnut etmeyi ve insanların enerjilerinden, kuvvetlerinden ve övünme dürtülerinden Allah'ın razı olduğu ve davetin yararına olan alanlarda sonuna kadar yararlanmayı isterdi. Mesela hem Ebu Süfyan'daki övünme eğilimini tatmin etmiş, hem de aynı anda Mekke'nin fethedildiği o büyük fetih gününde barışın güçlendirilmesinde ondaki övünme duygusundan yararlanmıştı. Bunun için herkesin duyacağı şekilde şu ilanı yapmıştı:
Kim Ebu Süfyan'ın evine girerse o emniyettedir, kim Mescid-i Haram'a girerse o da emniyettedir. Kim kendi evinin kapısını kapatırsa o da emniyettedir.
Böylece bir taraftan Ebu Süfyan'daki Övünme duygusu tatmin edilirken, bir taraftan da aynı anda dine ve davete hizmet edilmiştir.
Hz. Peygamber (s.a) bir savaşa hazırlandığı esnada kendi kılıcını müfreze komutanı büyük kahraman Ebu Dücane'ye verir. Ebu Dücane kılıcı beline takar ve ashab arasında çalımlı çalımlı ve övünerek yürür. Hz. Peygamber buna mani olmaz. Bilakis hem ondaki övünme duygusunu tatmin eder, hem de askerler arasındaki yarışma ruhunu harekete geçirir. Ebu Dücane'ye şöyle der:
Ya Eba Dücane! Bu, Allah'ın hoşuna gitmeyen bir yürüyüş şeklidir. Ancak böyle bir zamanda bundan da hoşlanır.
Hz. Peygamber (s.a) insanları değerlendirmede veya birbirinden ayırt etmede zenginliği, kuvveti veya mal ve mülk çokluğunu esas almaz. Bilakis onun başka bir ölçüsü vardır ve o ölçüye göre bir kimseyi diğer bir kimseye tercih eder. Bu ölçüyü Allah'ın şu ayetinden almıştır:
Şüphesiz ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. (Hucurat/13)
O Kur'an'ı izleyerek şu sözü söylemiştir:
Beyazın siyaha karşı herhangi bir üstünlüğü yoktur. Ancak takva ve salih amelle bir üstünlüğe sahip olabilir.
Esas gözetilmesi ve ilgilenilmesi gereken kimselerin zayıflar olduğunu söyleyerek bu eğilimini en güzel şekilde geliştirmiştir. Bunun için şöyle buyurur:
Zayıf olan kişi, topluluğun lideridir.[94] Yine şöyle buyurur:
Benim (rızamı) zayıflarınızda arayınız. Çünkü siz zayıflarınız/güçsüzleriniz sayesinde rızıklandırılır ve yardım olunursunuz.
Şefkat ve sevgiye muhtaç küçük ve zayıf kimselere merhamet ile büyüklere saygıyı şu hadis-i şerifinde birlikte zikretmiştir:
Küçüklerimize merhamet, büyüklerimize saygı göstermeyen kimse bizden değildir.
Kişiliğiyle, peygamberliği ve önderliğiyle kendisine itaat edilen ve saygı duyulan bu büyük ve hikmet sahibi lider, dış görünüşlere önem vermeyen ve insanların birbirlerini tanımaları için makam, mevki, mal, mülk, güç ve kuvvet gibi şeyleri ölçü olarak tanımayan bir kimse idi. Bilakis o hep şöyle derdi:
Ben ancak bir kulum. Bir kulun yediği gibi yerim ve bir kulun oturduğu gibi otururum.
O, kendisine itaat edilen ve yoluna canlar feda edilen bir kimse olduğu halde, koyun sağar, ayakkabı tamir eder, devesine yem verir, elbisesini diker, kediye su verir, binitin arkasına biner, pazardan eşyasını taşır, kendisine bir şey sormak için yönelen ihtiyar kadına kulak verir, sözünü bitirinceye kadar onu dinlemeye devam eder ve böğürlerine iz yapıncaya kadar bir hasır üzerinde uyurdu.
Hz. Peygamber'in büyüklüğünü tanımamız için dost ve düşmanların, muslini ve gayr-i müslimlerin ona olan takdirlerini biraraya getirmemiz yeterlidir. İşte Avrupalı bilim adamı Dr. Marx Duader, Hz. Peygamber'in getirdiği dine mensup bir kişi olmadığı halde ondan şöyle söz ediyor:
Muhammed bir peygamber olmasa bile, peygamberlere ait faziletlerden iki tanesine kesin olarak sahiptir: O, etrafındaki insanların tanıyamadığı Allah gerçeğini tanımış ve içinden gelen karşı konulmaz bir duygu ile bu gerçeği insanlara anlatmıştır. Bu faziletiyle o, cesaret ve kahramanlık yönünden îsrailoğullarınin pek çok peygamberinden daha üstün bir mertebede olmaya layıktır. Çünkü hak yolunda hayatını tehlikeye atmış, senelerce kendisine yapılan eziyetlere sabretmiş, sürgün, mahrumiyet ve düşmanlıkla karşı karşıya kalmış ve dostlukları kaybetmiştir. Bütün bunlara hicretle kurtulduğu ölüm hariç, bir insanın sabredebileceği en son noktaya kadar sabretmiştir. Herşeye rağmen yılmadan, usanmadan mesajını yaymaya devam etmiş, hiçbir vaat, tehdit ve kışkırtma onu şusturamamıştır.
Putperestler arasında yaşayıp da tevhid inancına ulaşan başka insanlar da vardır. Fakat Muhammed'd en başka hiç kimse onun yaptığı gibi tevhid inancını sürekli ve kalıcı hale getirememiştir. Bu -ona, inancı başkalarına taşımada gösterdiği azim ve kararlılıktan dolayı bahşedilen bir başarıdır.
"Tevhid inancına sahip başka kimseler uzlete çekilip ibadet etmeyi tercih ederken, Muhammed'i kendisinin dışındaki insanları da bu inanca ikna etmeye sevkeden şey nedir?" diye sorulduğu zaman, cevap olarak çağırdığı şeyin doğruluğuna olan inancındaki derinliği ve kuvveti kabul etmekten başka söyleyecek bir şeyimiz yoktur.
Şüphesiz ki Hz. Muhammed bir insandır ve peygamberdir, bir idarecidir, lider ve önderdir. Bütün bu özelliklerde en ideal örnektir. Kendisine uyan ve iman eden ümmetin görevi onun yolundan gitmek ve Allah'ın dinini koruyup insanların dünyasına yön vermek için gerekli olan kesin ve doğru metodu ondan alacakları ilhamla arayıp bulmaktır.
- Tevhid
- Kur'an
- Sorularla İslam-15.Bölüm
- Sorularla İslam-Bölümler
- ☝📖 المحمية 📖☝
☝https://www.muhammediyye.org/☝
📖-المحمية علي الكتاب و السنة الصحيحة-📖
Öğrencilerimize önemli hatırlatma;
اعوذ بالله من الشيطان الرجيم
بسم الله الرحمان الرحيم
الحمد لله رب العالمين وحده لا شريك له و محمد رسول الله لا رسول و لا نبي بعده و الصلاة و السلام علي آله واهل بيته و اصحابه و امته اجمعين
Kovulmuş şeytandan,Her şeyin yaratıcısı tek rabb,tek ilah,tek gerçek egemen,rahman ve rahim olan Allaha cc sığınırız,her türlü kulluğun,ibadetin,itaatin,faydalı amellerin ve sözlerin tümü sadece ve sadece onun rızası içindir,salatü selam bütün peygamberlerin peygamberi efendimiz,rehberimiz,önderimiz ve örneğimiz Hz Muhammed Mustafa aleyhi efzalussalati vesselama,aline,temiz ehli beytine,davası uğruna savaşan ashabına ve yolunda yürüyen ümmetine olsun.
Sitemizde yeralan çalışmalarımız;başta yüce kitabımız Kur'anı Kerim olmak üzere,temel İslami kaynakların anlaşılmasına yardımcı olmak üzere hazırlanmıştır.Bu çalışmalarda bizlerden ilgisini,yardım ve desteğini esirgemeyen kardeşlerimizden ve cümle müslümanlardan. Allah razı olsun.
📖☝المحمدية علي الكتاب و السنة☝📖☝Muhammediyye☝📖
S.Muhammed Kayaalp El-Haşimi Ks
الامام سيد محمد الهاشمي
Destek olmak isteyen kardeşlerimiz iletişim formundan bize yazınız,Allah razı olsun.S.Muhammed Kayaalp (el-Haşimi) Ks--Arapça Dersleri-İslami Sohbetler-Tevhid-Tefsir-Hadis-Fıkıh-Fetvalar-İrşadlar...↷↷↷↷
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.